4 Haziran 2012 Pazartesi

Değerli İslam Alimi: Sultan Baba

Değerli İslam Alimi: Sultan Baba

Değerli İslam Alimi: Sultan Baba
Değerli İslam Alimi: Sultan BabaMerhameti, yardımseverliği, adaleti dolayısıyla çok sevildiği için çevresindekiler tarafından “Baba” ismiyle anılan, İslam ahlakına uygun yaşamı ve Kuran’a bağlılığı nedeniyle taşıdığı manevi kudretinden ötürü ise “Sultan Baba” lakabını alan H. İhsan Tamgüney Hoca Efendi, 1904 yılında Artvin’in Arhavi ilçesinde dünyaya gelmiştir. 2 yaşında babasını, 6 yaşında ise annesini kaybetmiştir. 1954 yılında İstanbul’da yerleşen Sultan Baba, Dağıstanlı Şeyh Şerafeddin-i Veli (R.A.) Hazretleri’nin nazarında yetişmiş, Şeyh’in vefatının ardından ise halkı irşad ederek mürşitlik vazifesi ile yüzlerce talebe yetiştirmeye başlamıştır.
Bakkal Dükkanında Manevi Okul
Hoca Efendi, Zeytinburnu’nda ikamet etmeye başladıktan sonra, burada kendisine bir bakkal dükkanı açmıştır. Herkesin derdini dinleyen, sıkıntısı olan kimselerin dertlerinin çözümüne vesile olmak için gayret eden Hoca Efendi’nin bakkalı bir süre sonra manevi dersler okutulan bir akademiye dönüşmüş, evi ise her gün gelen onlarca misafire yemekler pişirilen, iftar sofraları kurulan bir dergah haline gelmiştir. Hoca Efendi bir süre sonra ise binanın üst ve alt katlarında Kuran Kursu vererek hafız yetiştirmeye başlamıştır.
Sultan Baba’nın talebelerinden o günlere dair bir anı: “Adnan Oktar bizdendir evladım!”
“Biz Adnan Oktar’ı bilmiyoruz ama Sultan Babamın bakkal dükkanına geldiğimizde, bize ilk verdiği kitap Harun Yahya kitabıydı. Biz tabii tarikat, fıkıh kitapları okuyoruz, tasavvuf kitapları okuyoruz. “Siz bunları bırakın bunu okuyacaksınız” dedi… Onu okuduktan sonra bizim hakikaten bakışımız değişti. Nasıl o; “hayatınızı değiştirecek” ifadesi var ya, aynen öyle. Şahsımda bunu yaşadım. Kitabı okuduktan sonra İslam’a ve topluma bakışım değişti… Bu nasıl olacak? Bu medyada tanıtılan kişi ile bu kitabı yazan o aslan mücahit nasıl çakışacak bunu en iyi Sultanıma sorarak öğrenebilirdim, çünkü Sultanım verdi kitabı. Dedim ki; “Sultanım Harun Yahya, Adnan Oktar’mış öyle diyorlar, Adnan Hoca nasıl birisidir?” diye sordum kendisine, 1987 yılıydı, şöyle döndü ve tek kelime dedi: “Bizdendir evladım!”
Sultan Baba’dan Türk-İslam Birliğine Destek:
Sultan Baba hayatı boyunca İslam Birliği’ni savunmuş, bu birliğin kurulması için elinden gelen çabayı harcamıştır. Müslü-manlar arasında nifak çıkaranları kınayan, ihanet edenlerin çok büyük bir azaba düşeceklerini dile getiren Sultan Baba Allah’a niyazda bulunurken dahi hiçbir zaman kendi nefsi için dua etmemiş, dualarında, ümmet-i Muhammed’in esaretten, sıkıntılardan ve baskılardan kurtuluşu için yalvarmıştır. Tüm yaşamı süresince Hz. Muhammed (s.a.v.) ümmetinin tevhid sancağı altında toplanmasını, Allah yoluna dönmesi, ümmet-i Muhammed’in başına adil, imanlı, Hakk’a riayet eden amirlerin, hükümetlerin gelmesi için dua etmiştir.
İhsan Hoca Efendi’nin ağzından; Tarikatların Uyması Gereken Kurallar:
“İslâm’da milliyetçilik olsaydı, Kuran-ı Kerim Arapça indiğine göre Arapları methetmesi gerekirdi. Oysa ‘Cahil Arapların yeryüzünde fesat çıkardıklarını söylüyor Cenab-ı Allah.
İkincisi renk ayrımı yapmayın, siyah, beyaz, sarı diye.
Üçüncüsü mezhep ayrımı yapmayın, Şafi, Hanefi, Maliki. Mezhepler amelidir, herkes kendi amelinden sorumludur. Bunu bir dava haline getirmeyin.
Dördüncüsü, Nakşiymiş, Kadiriymiş… Benim şeyhim, senin şeyhin, gibi ayırımlar ümmeti parçalayan unsurlardır.
Çizgisi Hakk’a dayanan ve Hak nizamın devlet nizamı olmasını arzulayan her tarikat sağlayanın temel şartı bu dört unsura riayet etmektir.”
İman Yolunda Mücadele Etmek Güzel Sözle Allah’a Çağırmaktır
Sultan Baba’nın derslerinde en çok dikkat çeken konulardan biri ise iman mücadelesi Allah yolunda çaba harcamaktır. Hoca Efendi, Allah’ın sadece takva ve ibadet yönünü rehber edinmeyip, aynı zamanda Kuran ahlakının bütünüyle uygulanmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Daima yapıcı ve toparlayıcı olmayı tavsiye etmiş, en güzel ve en tatlı bir üslupla konuşulmasını istemiştir. Kendisi, basın yayın organlarının ümmeti parçalamak için zaman zaman birer menfi propaganda aracı olarak kullanıldığını onun için önce bu organların sahiplenilmesi gerektiğini söylemiştir.
Sultan Baba’nın Oğlu Ahmet Tamgüney’in ağzından; Allah Yolunda Mücadele Edenler Koruma Altındadır
“Sultan Baba Allah yolunda mücadele edenlerin koruma altında olduklarını, hiçbir zaman kimsenin onların gayretlerini, azmini kesemeyeceğini söylemiştir. Ve hakikaten de öyle, mesela bakın, o kadar hakaret gördüğü halde, işkenceler gördüğü halde, kendisine akla hayale gelmeyecek iftiralar atıldığı halde Adnan Oktar davasından bir milim bile şaşmadı, Allah yolundan ayrılmadı, ilmi mücadelesine devam etti ve hala da devam ediyor. Biz de kendisine dua ediyoruz.”
Hz. Mehdi (a.s.)’ın Alametleri Zahiridir
Sultan Babamız 1985, 1990 yılları arasında bir konuşmasında Hz. Mehdi (a.s.)’ın şu anda vazifesine devam ettiğini ve emanet-i Resullullah burada olduğu için iman mücadelesinin de İstanbul’dan başlayacağını bize bildirmişti. Hatta dedi ki, burada makamı vardı kendisinin, “Hz. Mehdi (a.s.)’ın alametleri vardır. Zahiridir, onun için siz ne vazife verildiyse vazifenize devam edin, o sizi muhakkak bulacak.” dedi. Hz. Mehdi (a.s.)’ın askerleri (talebeleri) denen kimselerin, kendisini mutlaka bulacağını söylerdi. Hatta elini vururdu koltuğa, “Bu koltuğa gelecek, buraya gelecek, ondan sonra ilmi mücadelesine devam edecek” derdi.
Merhameti, yardımseverliği, adaleti ve Kuran’ın emrettiği vasıfları üzerinde taşıma gayretiyle hayatını Allah’a adayan Sultan Baba, İslam`a olan bağlılığıyla örnek olmuştur. Bu mübarek insan 24 Kasım 1991 yılında vefat etmiş, binlerce seveni tarafından tekbirler eşliğinde önce Zeytinburnu’ndan Yalova’nın Güneyköy’üne götürülmüştür. Sultan Baba’nın naşı, Güneyköy Camii’nden sevenleri tarafından omuzlarda taşınarak şeyhi Şerafeddin Bingöl’ün türbesine yakın bir yerde toprağa verilmiştir.
————–
1. http://www.ilahi-tr.org/islam-buyukleri/31330-ihsan-tamguney-hocaefendi-sultan-baba.html
2. http://www.milligazete.com.tr/haber/okul-gibi-dukkan-144248.htm
Sayın Adnan Oktar`ın 31 Ekim 2010 tarihli Samsun Aks Tv ve Tv Kayseri röportajından:
ADNAN OKTAR:Şimdi yukarıda Sultan Baba’nın talebelerinden gelmişlerdi de, onlarla konuştuk. Çok acayip sevimliler, maşaAllah. Sultan Baba Hocamız “O bizdendir” demiş o zamanlar benim için. Oradan dolayı müthiş sevgileri var. Hz. Mehdi (a.s.)’ın geleceğini müjdelemiş, “Hz. Mehdi (a.s.) gelip benim bu koltuğuma oturacak” demiş. Koltuğunu muhafaza ediyorlarmış kardeşlerimiz.
“İnşaAllah, bir gün ziyaretinize geliriz” dedik, konuştuk. Bayağı şevkliler maşaAllah. Çok vefalılar, tertemiz, Anadolu insanları…
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 82. sayı (Nisan 2011) 62. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=82

Değerli Mürşid-i Kamil Mahmud Sami Ramazanoğlu (Sami Efendi) (1892-1984)

Değerli Mürşid-i Kamil Mahmud Sami Ramazanoğlu (Sami Efendi) (1892-1984)

Değerli Mürşid-i Kamil Mahmud Sami Ramazanoğlu (Sami Efendi) (1892-1984)
Hoca Sami Efendi, kendini Yüce Allah’a ve Allah’ın kullarına hizmete adamış bir hak dostudur. Hayatının her anında İslam ahlakına bağlı kalarak hizmet etmiş ve büyük bir şevkle çalışmıştır.
Mahmud Sami Efendi, 1892 yılında Adana’da doğmuştur. Hukuk Fakültesini birincilikle bitiren Mahmut Sami Ramazanoğlu, çevresinde hakkaniyetli ve adilane yapısı ile tanınmıştır. Madde aleminden mana alemine duyduğu yakın ilgi onu tasavvufa yöneltmiş ve ilk olarak Gümüşhaneli Dergahı’nda daha sonra da Kelami Dergahı’nda bulunmuşlardır. Buradaki hocası, dergahın şeyhi Erbilli Esad Efendidir. Onun vesilesi ile maneviyat aleminde kısa zamanda büyük aşamalar kat etmiştir. Daha sonra Adana’da tebliğ görevine başlamıştır. Hayatı aralıksız hizmetle geçen, pek çok değerli talebe yetiştirmiş ve çok sayıda insanın Kuran ahlakını tanımasına vesile olmuş olan Mahmut Sami Efendi, 12 Şubat 1984 günü vefat ederek Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.
Allah ve Resulüne Olan Sevgisi, Kuran’a Duyduğu Hürmeti
Mahmut Sami Efendi’nin ayet ve hadisleri kaynak alarak yaptığı sohbetleri, Peygamberimiz (sav)in, diğer peygamberlerin, sahabenin ve onların yolunda olan İslam büyüklerinin hayatlarıyla süslenmiştir. Bütün bunları doyumsuz bir manevi zevkle anlatırken, her haliyle de Peygamberimiz (sav)in ahlakının örneklerini sergilemiştir.
Sohbetlerinde sık sık edep konusunun üzerinde duran Sami Efendi, Kuran’a büyük bir hürmet gösterirdi. Sohbetleri daima Allah’a hamd ederek, Peygamberimiz (sav)’e salat-ü selam getirerek başlar, Kuran okunarak sona ererdi.
İnsanlara din ahlakını tebliğ ederken Peygamberimiz (sav)’i kendisine örnek alırdı. Peygamber Efendimiz (sav) gibi, kimsenin kusurunu yüzüne vurmaz, hatalarından dolayı insanlara olumsuz tavır göstermez, şahsıyla ilgili sebeplerden dolayı kızmazdı.
Hiç kimseye, açıkça şunu yap, bunu yapma gibi emirler vermez, bunları dolaylı olarak ve adaba uygun olacak şekilde anlatmaya çalışırdı. Sohbetleri çok samimi ve içten bir atmosferde geçerdi.
”Ya hayır söyle, ya sus!” hadis-i şerifini dikkate alarak, mecbur kalmazsa konuşmazdı. Sessiz kaldığı bu zamanlarda daima Allah’ı anmakla ve tefekkür etmekle meşgul olurdu.
Mahmut Sami Efendi’nin Nasihatları
Mahmut Sami Efendi, talebelerine birçok konuda nasihat vermişlerdir. Ancak, üzerinde en çok durduğu konulardan biri insanın nefsiyle mücadele etmesi gerektiği olmuştur. Bu konudaki sözlerini şöyle örneklendirmek mümkündür:
İnsanın bir sureti, bir de sıreti vardır. İnsan sıretiyle, kalbiyle insandır. Kalıbıyla değil. İnsan kalıb olarak ahsen-i takvim (en güzel biçimde) olarak yaratılmıştır. Ama bu ahsen-i takvim oluşu kalbinin ihyasına bağlıdır. Kalbin ihyası (dirilmesi) da nefsin ölümüne (terbiyesine) bağlıdır.
İnsanları sürekli Allah’a yöneltmeye çalışan Hoca Efendi, yalnızca Allah’tan yardım dilemek gerektiğini şöyle anlatmışlardır:
Binâenaleyh, bütün işlerinizde Allah-u Teâlâ’dan yardım talep edin. Zirâ düşmanların şerrini sizden defedecek O’dur. Ondan gayrı bir Mevlâ yoktur. İtâat ile murad, onlarla müşâveredir. Ve sâir husûsâtta (diğer hususlarda) emirlerine itâattır. Ayetteki hüsran, dünyâ ve ahirete şâmildir (geçerlidir). Dünyâda hüsrân; kâfirlere itâat ve tezellül (aşağılanmak) ve düşmana arz-ı ihtiyâç etmek (ihtiyaç duymak) gibi şeylerdir. Düşmana boyun eğmek, envâ-ı zilleti câmi (bütün aşağılanma)dir. Ahirette hüsran; cehheneme girmek ve cennetten mahrûm olmaktır.
Hoca Efendi insanları şu sözleriyle Allah’a şükretmeye çağırmıştır:
Bir insan bir kula hizmet ediyor, mukabilinde ücretini, mükâfatını alıyor. Şu halde mahlûkattan mükâfat alınırsa Cenâb-ı Hakk için çalışan acaba mükafatsız mı kalır? Bir kimse bir kuldan müteaddid (çok) defalar ihsân görürse ona dâima minnettâr kalır. Ve hatırından çıkarmaz. Şu halde Cenâb-ı Hakk’ın binlerce ni’metini gördük, şükretmek lâzımdır. Tefekkür edilmezse küfrân-ı ni’met (nimet inkar) edilmiş olur.
Mahmud Sami Hoca Efendi bir sözlerinde dünyanın geçiciliğine ve ahiretin varlığına dikkat çekerlerken boş zaman geçirmemeleri için inananları şöyle uyarmışlardır:
“O halde, akıllı kimseye yakışan odur ki: İyi insanlarla sohbeti tercih etsin, gece ve gündüz âhirete hazırlansın, mal ve makama aldanmasın ve uzun uzun emellerle Allah’tan uzaklaşmasın. Zirâ dünyâ fânidir (geçicidir) ve dünya üzerindeki herkes de fânidir. Öyle ise her an ve her zaman Allah’tan korkunuz”.
Eserleri :
  1. Hazreti İbrahim (AS)
  2. Hazreti Yusuf (AS)
  3. Yunus ve Hud Sureleri Tefsiri
  4. Bedir Gazvesi ve Enfal S.
  5. Uhud Gazvesi
  6. Tebük Gazvesi
  7. Hazreti Ebu Bekir (RA)
  8. Hazreti Ömer (RA)
  9. Hazreti Osman (RA)
  10. Hazreti Ali (RA)
  11. Hazreti Halid İbni Velid (RA)
  12. Ashab-ı Kiram (RA) (1-2)
  13. Musâhabe ( 1-6)
  14. Mükerrem İnsan
  15. Fatiha Suresi Tefsiri
  16. Bakara Suresi Tefsiri
  17. Dualar ve Zikirler.
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 03. sayı (Eylül 2004) 46. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=03

Hacı Muhammed Lütfi Efendi (1869-1956)

Hacı Muhammed Lütfi Efendi (1869-1956)

Hacı Muhammed Lütfi Efendi (1869-1956)
Hacı Muhammed Lütfi Efendi, Kuran ahlakıyla ahlaklanmış ve kendini İslam’ı tebliğ vazifesine adamış değerli bir İslam büyüğüdür.
Adalet, merhamet, insaf gerektirir ehl-i imane Mürüvvet et kıyas-ı nefs ile zulmetme insane. (Muhammed Lütfi Efendi)
Alvarlı Efe Hazretleri, 1869 yılında Erzurum’un Hasankale (Pasinler) ilçesinin Kındığı köyünde doğmuştur. Babası Hoca Hüseyin Efendinin eğitimiyle yetişmiş, daha sonra da Erzurum’da tanınmış birçok alimin derslerine katılmıştır. Aldığı bu derslerin neticesinde de 1891 yılında Hasankale’nin Sivaslı Camii’ne imam tayin edilmiştir. Aynı yıl babasıyla birlikte Bitlis’e giderek Muhammed Pir’i Küfrevi’ye bağlılıklarını bildirmişlerdir. Ardından Pir’i Küfrevi’nin onayıyla Hasankale’de insanları Kuran ahlakına çağıran tebliğlerine başlamıştır. Bir süre buradaki görevine devam ettikten sonra Erzurum’un Dinarkum köyüne giderek imamlık vazifesine orada devam etmiştir. 12 Şubat 1916′da Rusların Erzurum çevresini işgale başlaması üzerine babasıyla birlikte Erzurum’a gelmiş, Erzurum’un kurtuluş hareketine katılmış, daha sonra tekrar Hasankale’ye oradan da kendisini çok seven Alvar köyü halkının isteği üzerine Alvar’a yerleşmiştir. Halk arasında “Alvar imamı” ünvanıyla tanınırken, sonraları kendisine “Efe Hazretleri” ünvanıyla da hitap edilmiştir. Tebliğlerine 1939′a kadar bu köyde, bu tarihten sonra da Erzurum’da devam etmiştir.
Aynı zamanda Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler yazan Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi’nin şiirleri, ölümünden sonra oğlu Seyfeddin Mazlumoğlu tarafından derlenerek Hulâsatü’l-Hakâyık (Hakikatlerin Özü) adıyla 1974 yılında İstanbul’da yayımlanmıştır.
Alvarlı Efe Hazretlerinin yaşadığı yıllar; uzun süren savaşların getirdiği yıkımların ve zor şartların hüküm sürdüğü yıllardı. Alvarlı Efe Hazretleri böylesine zor şartlardan hiçbir zaman yılmamıştır. İslâm âleminin ve Müslümanların zor dönemlerindeki sorunları ile her zaman bizzat ilgilenmiştir.
Alvarlı Efe Hazretlerinin bütün davranış ve düşüncelerinin kaynağı yalnızca Kuran olmuştur. Allah sevgisinin ve coşkusunun getirdiği güzel ahlak ile çevresine daima örnek olan Alvarlı Efe Hazretleri, ardında değerli bir mümin topluluğu bırakan büyük bir İslam alimidir.
Alvarlı Efe Hazretleri Hakkında Anlatılanlar
Hayatını Kuran ahlakını yaşamaya ve yaşatmaya adamış bir insan olan Alvarlı Efe Hazretleri ile tanışma lütfuna ulaşanlar, sohbetlerine katılanlar ve öğrencileri, onun üstün ahlakını örnek almış ve günümüze kadar taşımışlardır. Örneğin, Alvarlı Efe Hazretlerini seven, ona saygı ve hayranlık duyan Fettullah Gülen Hoca Efendi, onu büyük bir övgüyle şöyle anlatmaktadır:
O, anlayabildiğim ölçüler içinde büyükçe yaşadı; ama katiyen debdebeye düşmedi. Hakk’a kurbiyet (yakınlık) dairesinde dönüp durdu; fakat hiç mi hiç ihtişama ve alayişe (gösterişe) yüz vermedi. Adeta bir huma kuşu gibi gölgesi vardı, kendisi yoktu. O, akıl gözünü doğru düşünce ile birleştirmeye muvaffak olmuş (başarmış) ve kalp kafa izdivacı (evliliği) gibi çok az insanın ulaşabildiği bir noktada, kutup bir insandı. O, en kötü dönemde, en ağır şartlar altında kimseye pes etmeden ve hiçbir şeye takılıp kalmadan medrese ilimleri ile maneviyatın aşk ve şevkini telifi (yayınını) başarmış çok nadide temiz soluklardan biriydi. Himmetindeki (sorumluluk sahibi olmadaki) yükseklik ve idaresindeki bu derinlik sayesinde bizlere ilkler arasındaki mesafeyi bir ölçüde muvaffak olmuş ve arkadan gelenlere zemin hazırlamıştır. O hep himmeti al-i (yüksek sorumluluk sahibi) olarak yaşadı ve himmeti de insanımızın kendi dünyasına, kendi kültürüne uyanması istikametinde (yönünde) idi. Bütün hayatı boyunca bu ikinci dirilişin rüya ve hülyalarıyla yaşadı. O ve emsalinin samimi gayretleri sayesinde bu çorak ülke ve düşkünler diyarında çok şeyler değişti. Karın, buzun eridiği her yanda gül bahçeleri meydana geldi.
Alvarlı Efe Hazretleri ile tanışan, kendisinden çok etkilenen ve daha sonra öğrencileri arasına katılan Abdurrahman Efendi ise, hayranlığını şöyle anlatmaktadır:
Efendi Hazretleri’ni görür görmez sanki Sahabe-i Kiram bakiyesi (kutlu sahabelerin mirası), Sahabe-i Kiramdan kalma bir zat gibi gördüm. Mübarek şekli, şemali. Hali etvarı (tavırları), kemali (olgunluğu) ve ilmi, irfanı (görgüsü) beni tesir altına aldı. Hemen kendisiyle irtibat (bağlantı) kurdum. Ve kendisine intisap (bağlandım) ettim. 6 ay yedek subaylığımı tamamladıktan sonra Konya’ya gittim ve duramadım. Erzurum’a geri döndüm. Aralıksız 10 yıl orada kaldım. Zaten onun yüzüne bakanın gözleri kamaşır, sakalı göğsünde, yüzünün nurundan müteessir (etki altında kalırdı) olurdu. Devamlı bir daha bakamazdı. Öyle kamil (mükemmel) bir insandı.
Said Mazlumoğlu ise Alvarlı Efe Hazretlerini, şöyle ifade etmektedir:
Alimdi, kamil ve mükemmel bir insandı.
Hoca Efendinin öğrencilerinden biri olan Osman Demirci de Alvarlı Efe Hazretlerinin Kuran ve sünnete bağlılığını şöyle ifade etmiştir:
O zatı gördüğümde kalbim tatmin olmuştu. Demek ki her asırda Cenab-ı Hakkın Kur’an-ı Kerimin bütün emirlerine bağlı, Peygamberimiz (sav) verasetini deruhte eden şahsiyetler (Peygamberimiz (sav)in sonrakilere bıraktığı görevleri yerine getiren kişiler) bulunuyor. Onlar bir nevi sütun ve direk mesabesindedir (gibidir). Onun, o vazifeyle tavzif edildiğini müşahade ettim (o görevle görevlendirildiğine şahit olmuş oldum). Sohbetlerine devam ettim. Ona bağlandım.
Alvarlı Efe Hazretlerinin sohbetleri her zaman herkese açık olmuştur. Bu sebeple de İslam’ı öğrenmek isteyen herkes sohbetlerine katılmış ve sözlerinin güzelliği ve hikmeti herkesi etkilemiştir.
Derslerinde her zaman hadis-i şeriflerden bahsederek, Peygamber (sav) ve sahabe sevgisini konu edinen Alvarlı Efe Hazretleri, Peygamberimiz (sav)in sünnetine sahip çıkan bir İslam alimi olarak, her zaman Kuranın ışığında yaşamış örnek bir kişidir. Alvarlı Efe Hazretleri, 12 Mart 1956 yılında vefat etmiştir.
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 04. sayı (Ekim 2004) 46. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=04

Hacı Bayram Veli

Hacı Bayram Veli

Hacı Bayram Veli
“Ölümü çok hatırlayınız. Ölüm gelmeden hesâbınızı yapınız. Tövbe ediniz ki, affa kavuşasınız.”
Hacı Bayram Veli
1352 yılında Ankara’da doğan Hacı Bayram Veli’nin gerçek ismi Nûmân bin Ahmed bin Mahmûd’dur. İlim tahsiline küçük yaşlarında başlayan bu değerli mutasavvıf, Ankara’da ve Bursa’da bulunan İslam alimlerinin derslerine katılmıştır. Tefsir, fıkıh ve hadis gibi din ilimlerinde ve o zamanın fen ilimlerinde yetişen Hacı Bayram Veli, Ankara’da Melike Hatun’un yaptırdığı Kara Medrese’de müderrislik yapmıştır. Bu vazifesi ve sahip olduğu ilim vesilesiyle kendisi gibi pek çok alim yetiştirmiş, kıymetli talebeleri olmuş ve güzel ahlakı ile kısa zamanda kendisine halk tarafından sevgi ve saygı duyulmuştur. Tasavvuf eğitiminin yanı sıra müderrislik (günümüzün profesörlüğü) de yapmış olması, Kuran ahlakını yaymasını kolaylaştırmıştır.
Hacı Bayram Veli’nin Kayseri’ye Gidişi
O dönemde Kayseri’de bulunan ünlü Şeyh Hamidüddin (Somuncu Baba), Hacı Bayram Veli’nin ününü duyarak onu Kayseri’ye davet etmiştir. Bu çağrı üzerine Kayseri’ye giden Hacı Bayram Veli bir süre Şeyh Hamidüddin’in yanında ilim öğrenmiş ve bu olay Kurban Bayramında gerçekleştiği için, kendisine “Bayram” ismi Şeyh Hamidüddin tarafından bu vesileyle verilmiştir. ( www.discoverturkey.com)
Bir süre sonra Şeyh Hamidüddin’e refakat ederek hacca giden Hacı Bayram Veli, kendisinden gerekli tasavvufi bilgiler yönünde de feyz almıştır. Hac vazifelerini yaptıktan sonra Aksaray’a giden Hacı Bayram Veli, bir süre sonra da Ankara’ya dönerek tebliğ faaliyetlerine başlamış ve aynı zamanda çiftçilikle meşgul olmuştur. Çevresindeki insanlara Kuran ahlakını tebliğ etmesinin yanısıra ticareti de öğretmiş; manevi yöndeki gelişmeye öncülük ettiği gibi iktisadi kalkınmaya da önemli katkı sağlamıştır.
Kalplerde Etki Uyandıran Tebliği
Kuran ahlakından kaynaklanan üstün şahsiyeti sonucu Anadolu Müslümanları üzerinde çok büyük etki bırakmış olan Hacı Bayram Veli, tüm hayatı boyunca İslamiyet’i yaymak için gönülden bir çaba harcamıştır. Talebelerine ve kendisinin sohbetinden istifade etmek isteyen herkese, Yüce Rabbimiz’in emirlerini bildirmiş, iyiyi ve doğruyu öğütlemiş ve onları kötülüklerden sakındırmak için var gücüyle çaba harcamıştır. Hiçbir koşul ve ortamda Kuran ahlakını yaşamaktan ve anlatmaktan taviz vermemiş ve hizmetlerine aralıksız devam etmiştir.
Yaptığı tebliğ faaliyetlerinin halkın üzerinde bu denli etkili olmasının en önemli nedenlerinden biri, İslam ahlakıyla ilgili her tavsiyesini kendisinin de bizzat yerine getirmesidir.
1429 yılında Ankara’da vefat eden Hacı Bayram Veli, ömrü boyunca ilim öğrenmek, öğrendiği ilmi öğretmek ve İslam ahlakının yayılmasına vesile olmak için tüm Müslümanlara örnek bir gayret sarf etmiştir.
Hacı Bayram Veli’ye Göre:
“Asıl zenginlik mal, mülk ve servet biriktirmek değildir. Gerçek zenginlik manevî sahada gelişmektir. Bu demek değildir ki maddî zenginlik kötüdür. Servetimiz helâl yoldan kazanılmışsa bunda beis (kötülük) yoktur. … Zengin Müslüman elindekilerle hayır hasenatta (yararlı işlerde) bulunur; düşkünlerin elinden tutar. Malımız olabilir fakat gönlümüzde mal, mülk sevgisi ve tamahkârlık barınmamalıdır.”
Hacı Bayram Veli’nin Tavsiyeleri
  • “Allah’a isyân yolunda, hiçbir kimseye yardım etmeyiniz.”
  • “Ölümü çok hatırlayınız. Ölüm gelmeden hesâbınızı yapınız. Tövbe ediniz ki, affa kavuşasınız.”
  • “Hiddet ve kin, hakîkatleri gören gözleri kör eder. Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır.”
  • “Hiçbir günâhı küçümsemeyin, çok çalışın. Boş gezenler, zengin bile olsa, arkadaşları şeytan,kalbleri şeytanın konağı olur.”
  • “Dünyâ gamından, nefsin sıkıştırmasından hafifleyip kurtulmak istiyorsanız, kabristanları sık sık ziyâret ediniz.”
  • “Helâlinden kazanıp, ondan fakirlere cömertçe veriniz.”
  • “Hiddet ve kin, hakikatleri gören gözleri kör eder. Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır.”
Akşemseddin’in Hocası
  • Hacı Bayram Veli’nin Anadolu’nun her tarafına yayılan derin ilmi, kuvvetli imanı ve Allah’ın nasip ettiği üstün tebliğ kabiliyeti, Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin tarafından da duyulmuştur. Akşemseddin bu bilgiler doğrultusunda Osmancık’tan ayrılarak Ankara’ya gelmiş ve Hacı Bayram Veli’nin talebesi olmuştur.
  • Akşemseddin, talebesi olduğu andan itibaren hocasının yanından hiç ayrılmayarak, Hacı Bayram Veli’nin teveccühleri altında kısa zamanda bütün talebe arkadaşlarına örnek olarak Hacı Bayram Veli’nin hilafetine nail olmuştur.
Malakat Adlı Eserinden…
“Mü’minin gönlü Kabe’ye benzer. Kabe’ye varan ayağı ile yürür ama gönül isteyen, yüzü üzre varsa gerek. Onun içindir ki aşıklar yüzlerini yerlere sürerler. Kabe’ye gidene kılavuz gerekir ve kılavuz Kur’an’dır. Gönüle gidene ise bizzat Allah kılavuzluk eder. Kabe’de ihram giyerler. Hakkı batından ayırmak, ihram giymeye benzer.” (Makalat, 74-75)

Hoca Ahmed Yesevi

Hoca Ahmed Yesevi

Hoca Ahmed Yesevi
Ahmet Yesevi, 12. yüzyılda yaşadığı bilinen, ilk Türk-İslam mutasavvıfıdır. Türk-İslam tarihinde, ‘Türklerin Piri’ anlamına gelen “Pir-i Türkistan” ve “Hazret-i Türkistan” isimleriyle anılmıştır.
Bugünkü Kazakistan Cumhuriyeti’nin güneyindeki Çimkent şehri yakınlarında bulunan Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Babası bu kasabaya yerleşmiş ünlü bir alim olan İbrahim Şeyh, annesi Ayşe ana olarak bilinmektedir. Karahanlılar döneminde yaşamıştır. Türk dünyasının ilim ve edebiyatçılarının Arapça ve Farsça yazdığı bir dönemde ilk kez Türkçeyi kullanarak dini-tasavvufi şiirler söylemiştir. Onun “Hikmet” adı verilen bu şiirleri, yüzlerce yıldan bu yana aktarılarak günümüze ulaşmasıyla birlikte, bugün bütün Türk-İslam dünyasına yayılmış durumdadır. Kuran ahlakını bu denli başarılı bir şekilde yaygınlaştırabilmesinin temelinde ise eserlerindeki anlatımın son derece samimi ve etkili olması yatmaktadır. Ayrıca yetiştirdiği öğrencilerini İslam ahlakını anlatmakla görevlendirerek Türk dünyasına göndermesi de bunda önemli bir paya sahiptir.
Ahmed Yesevi, İslam ahlakının öğelerine eserlerinde derinlemesine yer vermiştir. Allah’a aşkla, gönülden bağlanmanın üzerinde sıkça durmuş; bununla birlikte ihlasın, bir Müslümanın en önemli özelliği olduğunu söylemiştir. Yalnızca Allah için yaşamanın önemini en güzel kelimelerle ifade etmiştir.
İnsan sevgisine ve hoşgörüye büyük önem vermiş; insanların din, dil, ırk, cinsiyet gibi farklılıklardan dolayı kötü tavır ve muamelelere maruz kalmamasını savunmuştur. Bu farklılıklardan kaynaklanan her türlü ayrımcılığın, çatışmanın yersiz olduğunu söylemiştir.
Bilimin, insanların Allah’ı tanımalarını ve O’nun eşsiz yaratışına şahit olmalarını sağlayan en iyi yollardan biri olduğunu, Allah’a yakınlaştıran çok önemli bir vesile olduğunu çoğu zaman dile getirmiştir.
Ahmed Yesevi’nin “Hikmet”lerinden…
“Daima iyilik kıl sen, gidersin sen bu dûnyadan”
“Büyük velilerin makamına ulaşmak, Cehennem’den kurtulup Cennet’e kavuşmak isteyen kişi, ilim tahsil etmelidir.”
“Akıllı ve uyanık bir kimse isen, dünyaya gönül bağlama. Şeytan seni kandırıp dünyaya meylettirirse, seni emri altına almış demektir. Bundan sonra felaketten felakete sürüklenirsin de hiç haberin olmaz.”
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 20. sayı (Şubat 2006) 37. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=20

Muhyiddin Arabi

Muhyiddin Arabi

Muhyiddin Arabi
Derin bir imana ve yüksek maneviyata sahip olan Muhyiddin Arabi, Allah’ın kendisine büyük kabiliyetler bahşettiği büyük bir İslam alimidir. Hayatı hakkında kaleme alınan eserlerden ve kendisinin Müslümanlar tarafından faydalanılan günümüze dek ulaşan pek çok eserinden, onun İslam dünyası için ifade ettiği yüksek değer anlaşılabilir. Ünlü hadis alimi İbn Hacerel-Askalani, İbn Arabi hakkında “Kur’an ve Sünnet hakkında yüksek bir bilgiye sahipti. Ayrıca diğer disiplinlere de katıldı. Birçok âlimden hadis öğrendi.” (Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalanı Lisanu’l-Mizan, 5/315, Haydarabad, 1331/1912; Ebu’l-Felah İbnu’1-İmad Şezeratu’z-Zeheb Şahbari men Zeheb, 5/190; (1-8 ciltler) Beyrut 1979.) diyerek onun sahip olduğu ilme dikkat çekmiştir.
Muhyiddin Arabi’nin eserlerini okuyan bir kişi, bu mübarek zatın ilminin derinliğini, üslubundaki hikmeti, samimiyetini ve ufkunun genişliğini kolaylıkla fark edebilir. İslam tarihinin en büyük alimlerinden biri olan Muhyiddin Arabi, daima dünya sevgisinden ve maddi gösterişten uzak durmuş ve her zaman Allah’ın rızasını üstün tutan, mütevazı bir yaşamı tercih etmiştir.
İslam edebiyatında “kamil” veya “mükemmel insan” tabiri Hicri 7. yüzyıla kadar hiç kimse için kullanılmamış olup, bu sıfat ilk kez Muhyiddin Arabi için kullanılmıştır.
Muhyiddin Arabi’nin Ahir Zamana Bakışı
Muhyiddin Arabi eserlerinde, ahir zaman ve Hz. Mehdi ile ilgili olarak, Peygamberimiz (sav)’in hadisleri ışığında tüm Müslümanlara yönelik müjdeler vermiştir:
“Bilin ki, Hz. Mehdi mutlaka çıkacaktır. Ancak yeryüzü zulüm ve işkence ile dolmadıkça; çıkmayacaktır. İşte o da böyle bir zamanda çıkacak, dünyayı doğruluk ve adalet ile dolduracaktır. Hatta dünyada tek bir gün kalsa, Allah o günü uzatacak, ta ki o halife gelsin. Bu, mutlaka Allah’ın Resulü’nün soyundan olacak, Hz. Fatıma evladından gelecektir.
Malı eşit surette dağıtacak, vatandaşları arasında adalet ile muamelede bulunacaktır. Adam kendisine gelip “Ey Mehdi” bana ver, diyecek. Önünde de mal bulunacak. Hz. Mehdi hemen önündeki maldan onun eteğine dolduracak, taşıyabildiği kadarını alıp götürecektir.
Hz. Mehdi, dinin fetret (karışıklık, bozulma) geçirdiği bir dönemde ortaya çıkacak… Adam cahil, korkak ve pinti olarak akşamlayacak; fakat alim, cesur ve cömert olarak sabahlayacaktır. Huzur ve mutluluk onunla yürüyecek. Kendisi beş, ya yedi veya dokuz yıl yaşayacaktır. Resulullah (sav)’ın izinden yürüyecektir. Onun adına hiçbir melik hata etmez. Görmediği şekilde onu doğrultur. Her görevi üzerine alır ve zayıfa, düşküne yardım eder. Musibete uğrayanlara yardımcı olur. Dediğini yapar, yaptığını da söyler, şahid olacağı şeyi de bilir.
Dini ayakta dimdik durduracak, eski hüviyetine kavuşturacaktır. İslam’a yeniden ruh üfleyecek, zelil hale geldikten sonra onunla İslam’ı eski güçlü haline sokacaktır. Din, böylece onun vasıtasıyla eski hüviyetini kazanacaktır.
Onun döneminde din tamamen rey’den arınmış olarak eski hüviyetini kazanacaktır. Bil ki, Mehdi çıktığı zaman bütün Müslüman havassı (alimleri) ve avamı (halkı) sevineceklerdir. Mehdi’nin İlahi olan yani manen desteklenen adamları olacaktır. Onun davetini ayakta tutacaklar ve ona yardım edip kendisini zafere kavuşturacaklardır. Ülkeye ait bütün ağır yükleri bunlar yüklenecekler. Allah’ın Mehdi’ye verdiği görevden ötürü ona destek olacaklardır. Daha sonra Hz. İsa Dımaşk’ın doğusundaki Beyaz minareye inecektir. İmam yerinden geriye çekilecek, Hz. İsa öne geçecek ve insanlara namazı kıldıracaktır. İnsanlar arasında Resulullah (sav)’ın sünnetiyle emredecek, haçı kıracak (haça tapınmayı kaldıracak), domuzu öldürecek (domuz eti yemenin haram olduğunu bildirecek)tir. Allah Mehdi’nin ruhunu tertemiz olarak kabzedecektir.
Mehdi, vakti gelinceye dek gizlenecektir. Vaad olunan vakti gelince de ortaya çıkacaktır. Onun şehidleri, şehidlerin en hayırlısı, güvendiği kimseleri yani vezirleriyse emin olanların en güvenceli olanlarıdır.
Allah, bir grup kimseyi ona vezir tayin etmiştir. Allah bu kimseleri gizlemiştir. Ben keşif (ilham) ve şühud (şahitlik) yoluyla bu hakikatlara muttali oldum. Ayrıca, Allah’ın kulları için öngördüğü şeylere de vakıf oldum. Bunlar öncü olan bazı ashab gibi önde hareket edeceklerdir. Tıpkı önde gelen sahabenin Allah’a verdikleri sözü yerine getirdikleri gibi, bunlar da aynen o sözlerini doğrulayıcı olacaklardır.
Bu kimseler aynı zamanda Arap da olmayıp Acem yani yabancı olacaklardır. Onların cinslerinden olmayan bir koruyucuları olacaktır. Bu, Allah’a hiçbir vakit karşı da gelmiş değildir. Kendisi en saf ve samimi vezirlerinden olacaktır.
İşler ve hadiseler henüz meydana gelmeden, Mehdi, Allah tarafından buna muttalidir (haberi vardır). Zira önceden olacak olanlara hazır olması gerekiyor.
Mehdi, din bakımından rey ve kıyasa başvurmaktan masumdur. Ona böyle davranması haramdır. Zira Allah’ın dini konusunda hüküm vermede Nebi yani Peygamber olan birinin kıyas yapması doğru değildir. Şayet kıyas yapmasına izin verilseydi, Allah onu Peygamberi Hz. Muhammed (sav)’in diliyle bildirirdi. Ayrıca Hz. Peygamber (sav) imamlardan hiçbirisi için benim izimde yürüyecekler hata etmeyecekler dememiştir. Bu ifadeyi sadece Mehdi için söylemiştir. Onun masumluğunu, halifeliğini ve vereceği hükümleri konusunda masumiyetini bildirmiştir. (“Futuhat-El Mekkiye”, 366. bab, c. 3, s. 327- 328)”
“… Mehdi, dini Peygamber (sav)’in zamanında olduğu gibi aynen uygulayacak, yeryüzünde mezhepleri kaldıracak, halis hakiki dinden başka hiçbir mezhep kalmayacak.” (Muhyiddin Arabi, Fütühat-ül Mekkiye”, Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet Alametleri, sf. 186-187)
Eserleri
Muhyiddin Arabi’nin toplamı 500′ün üzerinde olmak üzere, günümüze kadar ulaşan 20 civarında eseri bulunmaktadır. En çok bilinen iki eseri ‘Fütûhat-ı Mekkiyye fi Esrâri’l-Mahkiyye ve’l Mülkiye’ ve ‘Fusûsu’l-Hikem’dir. Fütûhat-ı Mekkiyye’nin kendi el yazısı ile olan nüshası, Türk-İslam Eserleri Müzesi no. 1845-1881′dedir ve otuzbir ciltten oluşmaktadır. Fusûsu’l-Hikem adlı eserinin de Türkçeye çevrilmiş hali mevcuttur.
Günümüze ulaşan diğer eserleri ise şöyledir:
  1. Kitabu’l-İsra ilâ Makâmi’l-Esrâ,
  2. Muhadaratü’l-Ebrâr ve Müsameretü’lAhyâr,
  3. Kelamu’l-Abâdile,
  4. Tacu’r-Resail ve Minhacu’l-Vesâil,
  5. Mevaqiu’n-Nucûm ve Metali’ Ehilletü’l-Esrar ve’l-Ulûm,
  6. Ruhu’l-Quds fi Münasahati’n-Nefs,
  7. et-Tenezzülatü’l-Mevsiliyye fi Esrari’t-Taharat ve’s-Salavat,
  8. Kitabu’l-Esfar,
  9. el-İsfar an Netaici’l-Esfar,
  10. Divan,
  11. Tercemanu’l-Eşvak,
  12. Kitabu Hidayeti’l-Abdal,
  13. Kitabu Taci’t-Terâcim fi İşarati’l-İlm ve Lataifi’l-Fehm,
  14. Kitabu’ş-Şevâhid,
  15. Kitabu İşarati’l-Qur’an fi Âlaimi’l-İnsan,
  16. Kitabu’l-Ba’.
  17. Nisabü’l-Hiraq,
  18. Fazlu Şehâdeti’t-Tevhîd ve Vasfu Tevhîdi’l-Mükinîn,
  19. Cevâbü’s-Sual,
  20. Kitabu’l-Celal ve hüve Kitabu’l-Ezel.
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 17. sayı (Kasım 2005) 46. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=17

İmam Gazali (1058 – 1111)

İmam Gazali (1058 – 1111)

İmam Gazali (1058 – 1111)
İmam Gazali, 11. yüzyılın son yarısı ile 12. yüzyılın başlarında yaşamış, devrinin müceddidi kabul edilen, en önemli İslam alimlerinden biridir. Yaşadığı dönemde üstün ahlakıyla dikkat çekmiş, pek çok konuda ilim sahibi olması ve güçlü muhakeme yeteneği ile sadece İslam alemince değil, Batılılarca da tanınmıştır.
“Allah’ın verdiği nimeti, O’nun sevdiği yerde harcamak şükür; sevmediği yerde kullanmak ise küfran-ı nimettir. (nimeti inkâr etmektir)”
İmam Gazali
İmam Gazali, yaşamını Kuran ahlakında derinleşmeye ve İslam ahlakının güzelliklerini insanlara anlatmaya adamış büyük bir İslam alimidir. Bu sebeple ilmi ve dini konularda geniş bilgi sahibi olmaya çaba göstermiştir. Özellikle Eski Yunan felsefesinden kaynaklanan Kuran’a uygun olmayan inanç ve fikirleri çok etkili bir üslupla çürütmüş ve tüm bunlara karşı Kuran ahlakını daima ön plana çıkarmıştır. İlmi derinliğinden dolayı, ‘İslam’ın delili, İslam’ın hak olduğunun ispatı’ anlamına gelen “Hüccetü’l-İslam” ve “Zeynü’d-din” sıfatlarıyla anılmıştır.
Genç yaştayken dönemin Selçuklu veziri olan büyük devlet adamı Nizamülmülk’ün daveti üzerine Bağdat’a gitmiş, Nizamülmülk’ün topladığı ilim meclisindeki alimler onun ilminin derinliğine ve meseleleri izah etmekteki üstün yeteneğine hayran kalmışlardır. Öyle ki, o sıralarda Büyük Selçuklu Devleti’nde ortaya çıkan sapkın akımları savunanların, Allah’ın ona nasip ettiği parlak zekası, yüksek ilmi ve üstün hitabet yeteneği karşısında yapabilecekleri hiçbir şey kalmadığı bilinmektedir.
İmam Gazali’nin İslam ahlakını yaymak için yaptığı büyük hizmetleri fark eden Nizamülmülk, onu günümüzün ‘rektörlük’ vasfıyla Nizamiye Medresesi’ne tayin etmiştir. Bu görevi süresince İmam Gazali sayısız öğrenci yetiştirmiş ve üç yüz kadar seçkin öğrencisine gerekli olan bütün ilimleri öğretmiştir. Öğrencileri arasında Muhammed bin Esad et-Tusi, Ebu Mansur Muhammed, Ebu Abdullah Cümert el-Hüseyni, Ebu’l-Hasan el-Belensi gibi pek çok İslam alimi mevcuttur.
Bir taraftan dersler verirken, diğer taraftan da pek çok kıymetli kitap yazan İmam Gazali’nin sahip olduğu üstün ilimler, döneminin Avrupalı filozoflarını her açıdan geride bırakır nitelikteydi. Örneğin, Avrupa’da dünyanın tepsi gibi düz olduğu zannedilirken, İmam Gazali dünyanın yuvarlak olduğunu, karaciğerde kanın zehir ve mikroplardan temizlenip tazelendiğini, safra ve lenfle zararlı madde eriyiklerinin burada kandan ayrıldığını ve tüm bunlar olurken dalağın, böbreklerin ve safra kesesinin rollerini, kanın madde miktarlarındaki oranın değişmesi ile sağlığın bozulacağı gibi detaylı bilgilerini, bugünkü fizyoloji kitaplarında yer aldığı şekilde delilleriyle açıklıyordu. Bunlar gibi daha birçok ilmi konu hakkında kitaplarında bilgiler bulunuyordu.
Değerli Eserleri
İmam Gazali hayatı boyunca birçok kitap yazmıştır. Mevduât-ul-Ulum adlı kitabında, yaklaşık 1000 eseri olduğu bildirilmektedir. Eserlerinde, İslam dini ve ahlakının hemen her alanı ile ilgili bilgiler olduğu gibi, her yaş ve her seviyedeki insanın kolaylıkla anlayabileceği bir üslup hakimdir.
İmam Gazali’nin eserleriyle ilgili olarak Avrupalılar uzun süren ayrıntılı incelemeler yapmışlardır. Bunlardan P. Bouyges, Essaie de Chronologie des Oeuvres de al-Ghazâli adlı eserinde İmam-ı Gazali’nin 404 kitabının ismini vermiştir. Başka bir araştırmacı olan Brockelmann da Geschichte Der Arabischen Litteratur adlı eserinde, eserlerinden 75 tanesinin listesini vermiştir. 1959′da dört Alman ordinaryüs profesör, İmam Gazali’nin kitaplarını okuyarak, İslam dinine hayran olmuşlar ve kitaplarını Almanca’ya tercüme ederek Müslüman olmuşlardır.
Ünlü eserlerinden bazılarını şöyle sıralayabiliriz: İhyâu-Ulumiddin, Kimyâ-ı Seâdet, Cevahir-ül-Kur’ân, Kavâid-ül-Akâid, Kitab-ül-İktisâd fil İtikad, İlcâm-ül-Avâm an İlm il-Kelam, Mizân-ül-Amel, Dürret-ül-Fahire, Eyyüh-el-Veled, Kıstâs ül-Müstekim, Tehâfet-ül-Felâsife, Mekâsıd-ül-Felâsife, El-Munkızu Aniddalâl, El-Fetâvâ, Hülâsât-üt-Tasnif fit-Tesavvuf, İlcâm-ül-Avâm, Eyyüh-el-Veled, El-Munkızu Aniddalâl, Durret-ül-Fahire, Kimyâ-ı Seâdet.
İmam Gazali’den…
“Belaya şükretmek lazımdır. Çünkü küfür ve günahlardan başka bela yoktur ki, içinde senin bilmediğin bir iyilik olmasın! Allah, senin iyiliğini senden iyi bilir.”
“Bir sözü söyleyeceğin zaman düşün!” Eğer o sözü söylemediğin zaman mesul olacaksan söyle. Yoksa sus!”
“Allahu Teala’nın her yaptığımızı her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. İnsanlar birbirinin dışını görür. Allahu Teala ise, hem dışını hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin işleri ve düşünceleri edepli olur.”
“Ey nefsim, ‘sonra tevbe ederim ve iyi şeyler yaparım’, diyorsan, ölüm daha önce gelebilir, pişman olup kalırsın. Yarın tevbe etmeyi bugün tevbe etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun.”
“Atalarının dindarlığı ile kurtulacağını zannedenler; babalarının yemesiyle kendi karınlarının doyacağını, onların içmesiyle susuzluklarının gideceğini, onların okumasıyla bilgili olacağını sananlara benzerler.”
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 15. sayı (Eylül 2005) 46. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=15

Musa Topbaş

Musa Topbaş

Musa Topbaş
“Dünya misafirhanesinde, her dünyaya gelen, Cenab-ı Hakk’ın kendisine tahsis ettiği müddet miktarınca yaşar; sonra ahirete intikal eder (canı alınır). Bu zamanı değerlendirebiline ne mutlu!” (Altınoluk, sayı: 162, s. 12, Musa Topbaş)
Musa Topbaş Hoca Efendi, 1916 yılında Konya Kadınhanı’nda dünyaya gelmiştir. Hoca Efendi’nin babası Hacı Ahmet Hamdi Efendi de Yüce Allah’a gönülden bağlı değerli bir insandı. İlk eğitimi babasından alan Hoca Efendi babasının vefatından sonra 16 yıl kadar ağabeyi ile beraber kalmıştır.
Ağabeyi de tıpkı babası gibi manevi zenginliklerle doluydu. Daha sonra Hoca Efendi Elmalı Muhammed Hamdi Yazır’dan ve Mustafa Asım Yörük’ten dersler almıştır. Bekir Haki, Ali Yekta, Ömer Nasuhi’nin zengin ilminden faydalanmaya çalışmıştır. 1950 yılında 32 yaşlarında, muhterem insan Mahmut Sami Ramazanoğlu Hoca Efendi ile tanışmış ve 1956 yılından itibaren onun yolunu takip etmeye başlamıştır.
Hoca Efendinin cömertliği ve merhameti Afganistan’dan Filistin’e, Azerbaycan’dan Rusya’ya kadar bütün İslam dünyasına yayılmış Allah’ın kendisine vermiş olduğu maddi zenginliği İslam ümmeti için dağıtmış, bütün Müslümanların dertleriyle ilgilenmiş çare bulmaya çalışmıştır. Peygamberimiz (sav)’in güzel ahlakını yaşayarak halkla iç içe olmayı tercih etmiş, “Bugün Allah için bir yetim başı okşadınız mı, bir hasta ziyaretine gittiniz mi, bir cenazede bulundunuz mu?” (Maneviyat Dünyamızda İz Bırakanlar, Vehbi Vakkasoğlu, s. 2412) düsturuyla (prensibiyle) bütün toplumla ilgilenmiş ve yardım elini uzatmıştır. İhtiyaç içinde olan yaşlı-çocuk demeden maddi konuda yardımcı olmuştur. Müslümanlara merhamet ve şefkat kanatlarını gererek hasta ve fakirler için Hüdayi Kliniği huzur evini açarak kimsesizler ve ihtiyaç sahiplerine hizmet etmiş ve Allah rızası için infak (maddi yardım) hizmetini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışmıştır.
Musa Topbaş Hoca Efendi ihtiyaç sahiplerini kendisi bulur ve en güzel şekilde mukabele ederek (davranarak) onların gönlünü kırmadan incitmeden ihtiyaçlarını karşılar, çalışanlara hakkını da en güzel şekilde öderdi. Ayrıca aile fertlerine de bu şekilde davranması sosyal birlikteliğin canlı tutulması konusunda en küçüklerinden en büyüklerine örnek olurdu.
Musa Topbaş Hoca Efendi, Peygamberimiz (sav)’in sünnetine ve güzel ahlakına çok bağlıydı. Bu şekilde ona bağlılığını ve Allah korkusunu her hali ile gösterirdi. Her yaptığı işte Allah korkusu ve O’na vereceği hesabı düşünür “…Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir…” (Hadid Suresi, 4) ayetinin gerektirdiği üstün ahlakla hareket ederdi.
İbadetlerinde çok titiz olan Hoca Efendi, Kuran’ı adabına uygun tefekkür (derin derin düşünerek) ederek okurdu. Etrafındaki ilim erbabına (bilgi sahiplerine) saygı gösterir, kendisine faydası dokunmuş kişilere de vefa borcunu ödemeye çok dikkat ederdi. Bütün her şeyi Allah için sever ve sevenlerine de bunu telkin ederek şöyle buyururlardı:
Allah için sevgi olan yerde müminler birbirlerine karşı daha fazla sevgili ve saygılı olurlar, nefislerini her zaman kardeşlerinin hizmetine feda ederler. Bu fedakarlığı yaparken Cenab-ı Hakk’ın kendilerine bahşettiği bu halleri tahattur ettikçe (hatırladıkça) mahviyetleri (alçak gönüllülükleri) artar, teslimiyetleri gene Hak Teala’nın izniyle tezayüd eder (artar). (Altınoluk, sayı: 162, s.6)
Halis bir kul olarak Allah’a yönelen Musa Topbaş Hoca Efendi, samimi ve ihlaslı bir kul olmak için gayret sarfetmiş ve bu durumlarını şöyle anlatmıştır:
  • Ömrüm boyunca hep Allah’a kul olmaya çalıştım. Mümine yakışan, ‘kaliteli kul’ olmasıdır. 
  • Her şey boş; Allah’a kulluktan başka… 
  • İhvan demek, Allah’ı seven kul demek… İhvanı hep sevdim. İhvanın kıymetini bilmek lazım. 
  • Bütün mahlukatı sevdim. Hayvanatı, nebatatı sevdim. Her şeyi, herkesi sevdim. 
  • İhvanın sükutu da sohbettir. 
  • Hizmetle yorulan, hizmetle dinlenir. 
  • Merhamet her şeyin başıdır. (Maneviyat Dünyamızda iz bırakanlar, Vehbi Vakkasoğlu, s. 249)
Nasihatlarından
Musa Topbaş Hoca Efendi’nin nasihatlerinde en çok üzerinde durduğu konu dünya hayatının geçiciliği ve ahiret hayatıdır. Dünya hayatında ahirete hazırlanmak gerektiğine sohbetlerinde dikkat çeken Hoca Efendi yakınlarına şöyle nasihatta bulunmuştur:
Her dünyaya gelen, vakti saati, sayılı nefesleri tamamladıktan sonra ebedi hayata intikal edecektir. Ne mutlu o kimseye ki, hayatını Hak yolunda ifna etmiş (tüketmiş) ve yüzünün akıyla ahirete göçmüştür. Fakir de (kendim de)… Bu hususu nasibim derecesinde bulduğum halde layıkıyla kulluk edemedim; pir-i fani (bir başıma) olduğum halde kendime çekidüzen veremedim. İslam büyüklerinin şuurlu, şerefli hayatlarını okudum; nefsimde tatbik edemedim (kendimde uygulayamadım). Hatalarla dolu bir ömürden sonra Rabbimiz Teala Hazretlerinin mağfiretini bağışlamasını umarım; çünkü O, Rahman’dır, Gaffar’dır. Varislerimin İslami hukuklara riayet (dikkat) ederek hayatlarını değerlendireceklerini umarım. (Altınoluk dergisi, sayı, 162, s. 20)
Hoca Efendi bir sohbetinde ise zor durumdaki insanlara yardım etmek gerektiğine, Allah Katında bundan sorumlu olunduğuna ise şöyle dikkat çekmiştir:
“Kimsesizleri barındırmamız ve onlara hizmet etmemiz icap eder. Aksi halde Hak Katında mes’ulüz (sorumluyuz).” (Maneviyat Dünyamızda iz bırakanlar, Vehbi Vakkasoğlu, s. 241)
Musa Topbaş Hoca Efendi yalnızca Allah’ın rızasını isteyen insanların kulluk vazifelerine hayatlarının sonuna kadar devam edeceklerine dikkat çekerken, şefkat ve nezaket üzerine de şunları söylemişlerdir:
… Ancak tam ihlas sahibi, yani sırf Allah’ın rızasına talip olanlar kulluk vazifelerini hayatlarının sonuna kadar yüksek gönül enginliğiyle idame ettirirler (sürdürürler), yorulmak nedir bilmezler. Şüphesiz ki bu da şanı Yüce Allah Teala’nın tevfiki (Allah’ın yardımına kavuşma) iledir.
Ardından Söylenenler
1999 yılında kaybettiğimiz Musa Topbaş Efendi’nin vefatı Eğitim Bilim Dergisi’nde şöyle ilan edilmiştir:
Bir güzel insan daha ebedi makama uğurlandı. Adı, hayır ve hizmet kelimeleriyle anılan bir ailenin muhterem büyüğü, Musa Topbaş vefat etti. Cenazesinde gördüğümüz candan, içten, ihlaslı ve mübarek kalabalık, merhumun temsil ettiği inanç ve ahlakın güzel bir misalini yaşattı. (Eğitim Bilim, sayı 12, s. 63)
Musa Topbaş Hoca Efendi’nin yaktığı ilim ışığını ondan sonra da devam ettiren, Osman Nuri Topbaş, onun üstün özelliklerinden bazılarını şöyle anlatmıştır:
O, zâhirde (dıştan bakınca) beni, hakikatte ise (aslında) kendisinden feyz almış (ilminden istifade etmiş) bulunan nice insanı bırakıp âhirete intikâl etti. İfâde etmeliyiz ki, nasıl yüce bir dağın azameti (büyüklüğü), ona eteklerinden bakılınca lâyıkıyla anlaşılıp kavranamazsa, büyük şahsiyetler de böyledir. Mânevi rehberlerin birçoğu hayatlarında nice derinlikleri bilinmeden bu fâni âleme vedâ etmişlerdir.
Şu hadis-i şerif ne kadar mânâlıdır:
‘Kâmil mü’minler ölmezler! Sadece dünyâ evinden âhiret yurduna hicret ederler.
Bunun içindir ki ehl-i basiret, (görebilenler) her diriye diri, her ölüye de ölü demezler. Zirâ kul vardır ki, daha hayattayken bile ölüdür ve kul vardır ki, cesedi toprağa intikâl etse (girse) de dipdiridir. Onlar, fâniliği ebedi olana fedâ ederek ölümsüzleşmiş ve zevâlden (yokoluştan) kurtulmuş müstesnâ rûhlardır.
Biz de Mûsâ Efendi Hazretleri’ne bu pencereden baktığımızda onun hakkında söyleyeceğimiz ilk söz, ”O ne güzel kuldu!” ifadesinden ibarettir.
Hâlık’tan (Yaratıcı’dan) ötürü mahlûkâta (yaratılmışa) muhabbet (sevgi) ve şefkatte ne güzel bir kuldu!
İncelik, zerâfet ve rikkat-i kalbiyyesi (içliliği) ile bu gök kubbede hoş bir sadâ bırakan ne güzel bir kuldu!
Bu yüksek hâline rağmen ömür boyu mahviyete (tevazuya) bürünürdü. Her güzelliği Hakk’tan bilir ve dâimâ şükür hâlinde olurdu. Maddi ve mânevi hiçbir nimeti kendisine izâfe etmezdi (üzerine alınmazdı).
Bir sohbet meclisinden sonra Bosna-Hersek’teki yaraların sarılması için yardım toplanmıştı. Herkes kendi adına belli bir yardımda bulunduğu mecliste, O, büyük bir meblağ uzatmış ve, “Bir dostun buraya verilmek üzere fakire emâneti” diyerek takdim etmişti.
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 06. sayı (Aralık 2004) 46. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=06

Şeyh Nazım Kıbrısi Hazretleri

Şeyh Nazım Kıbrısi Hazretleri

Şeyh Nazım Kıbrısi Hazretleri
Şeyh Nazım el Kıbrısi Hazretleri, pek çok insanın İslam ahlakını yaşamasına vesile olan ve onlara Allah sevgisini aşılayan üstün ahlak sahibi çok değerli bir İslam alimidir.
23 Nisan 1922’de Kıbrıs Larnaka’da doğan ve bu nedenle kendisine Kıbrıslı Şeyh Nazım anlamına gelen Şeyh Nazım el Kıbrısi denilen ünlü İslam aliminin tam adı, Muhammed Nazım Adil El Kıbrısi El Hakkani’dir. Annesinin kökeni Mevleviliğin kurucusu olan Mevlana Celalettin Rumi Hazretlerine dayanmaktadır. Babası ise İslam ahlakı ile ahlaklanmış müstesna kişilerdendir.
Her zaman güleryüzlü ve sabırlı olduğu bilinen Şeyh Nazım Hazretleri’nin çocukluğu, Kıbrıs’ta dönemin İslam alimlerinden olan dedesinin yanında geçmiş ve İslamiyet ile ilgili ilk temel eğitimini de onun yanında almıştır. Aldığı bu ilk eğitim onun hayatı boyunca müşfik, insanları seven, onları Allah’ın yoluna güleryüz ve hoş sohbetle davet eden bir insan olmasına vesile olmuştur.
1940’ta İstanbul Üniversitesi Beyazıt kampüsünde Kimya Mühendisliği eğitimi almaya başlayan Şeyh Nazım Hazretleri, 1944’te Tripoli’ye (Lübnan’ın ikinci büyük şehri-Trablus) gitmiş, orada şehirdeki dönemin İslam alimlerinden olan Tripoli Müftüsü Şeyh Münir-el Malik ile tanışmıştır. Aynı zamanda yine dönemin ünlü İslam alimlerinden olan Abdullah el-Dağıstani ile tanışıp sohbetlerine katılmıştır. Şeyh Nazım Hazretleri’nin gerek dedesinden, gerek Abdullah el-Dağıstani’den aldığı eğitim, onun İslam ahlakı konusunda derin bilgi sahibi olmasına vesile olmuştur. Kuran ahlakına göre yaşamayı, herşeyin Allah’ın kontrolünde gerçekleştiğini, affediciliği, hoşgörüyü ve insanları güleryüzle Kuran ahlakına davet etmenin önemini bu dönemlerde pekiştirmiştir. Allah’ın ona lütfettiği bu güzel ahlak, aldığı eğitimle onun hep insanlar tarafından sevilmesine, sayılmasına, insanların ona karşı muhabbetine vesile olmuştur.
Kıbrıs’a Geri Dönmesi
Lübnan’da bir süre kalan Şeyh Nazım Hazretleri, bir müddet sonra vatanı olan Kıbrıs’a dönmüş, burada kaldığı süre boyunca insanlara İslam ahlakını tebliğ etmiş ve etrafında geniş bir talebe kitlesi oluşmuştur. Kıbrıs’taki yıllarında Şeyh Nazım Hazretleri İslam ahlakını anlatmak için tüm Kıbrıs’ı gezdiği gibi, Lübnan, İskenderiye, Kahire, Suudi Arabistan’ı da ziyaret etmiştir.
Şeyh Nazım Hazretlerine Dünyadan Büyük Teveccüh
1974 yılında Avrupa ziyaretlerine başlayan Şeyh Nazım Hazretleri, o yıllarda da hangi kültür ya da inanıştan olursa olsun her dine mensup insanla görüşerek sohbet etmiş ve din ahlakını tanıtmaya çalışmıştır.
Şeyh Nazım Hazretleri, Hac vesilesi ile pek çok kez ziyaret ettiği kutsal topraklarda diğer ülkelerden gelmiş hacılarla tanışıp onlarla dini konularda sohbet ortamları oluşturmaya özen göstermiştir. Yaklaşık 30 yıldır bu vesile ile dünyanın her yerinden Müslümanlarla tanışıp İslam ahlakını anlatmakta ve ihtiyaç duyanların sorunlarına çözümler aramaktadır. Dünyanın her yerinden yüzbinlerce seveni, onun sohbetlerinden istifade etmek isteyen binlerce insan vardır. Bu kadar çok sevilmesinin sebebi; samimi, sıcak ve candan bir üslupla din ahlakını anlatması, çok büyük bir hoşgörüye sahip olması ve herkese her zaman güleryüzle yaklaşmasıdır.
Şeyh Nazım Hazretleri, 1991’de Amerika’ya ilk ziyaretini gerçekleştirmiş ve bu ülkenin yaklaşık 15 eyaletini ziyaret etmiştir. Her yerde olduğu gibi burada da, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi ve diğer inanışlardaki insanlarla tanışmış, onlara da İslam ahlakını anlatmıştır. Bu çalışmalar onun Kuzey Amerika’da geniş topluluklar tarafından tanınmasına vesile olmuştur. ABD’ye ikinci ziyaretini ise 1993’te yapmıştır. Birçok şehri, kasabayı, buralardaki camileri, kiliseleri ve sinagogları ziyaret etmiştir. Bu vesile ile kısa sürede Kuzey Amerika’da 10.000’den fazla insanın İslamiyet’le tanışarak Müslüman olmasına vesile olmuştur. 1993’te ABD’nin Michigan eyaletinin Fenton bölgesinde “Hakkani Derneği ve Dinlenme Merkezi” ni açmış ve burada çok sayıda seminer ve sohbet yapılmıştır. Onun ahlakını örnek alan binlerce talebesi, ondan öğrendiklerini diğer insanlara anlatmak için başka ülkelere seyahetler yaptılar. Bu coşkulu hareket Grand Opening (Muhteşem Açılış) olarak adlandırıldı. Şeyh Nazım Hazretleri 1996 yılında, Uzakdoğu ziyaretlerine başladı. Brunei, Malezya, Singapur, Hindistan, Pakistan, Sri Lanka‘daki önemli şehirleri ziyaret etti. Her gittiği ülkede önemli şahsiyetlerle görüşüp, devlet adamları ve ülkenin önde gelen erkanı tarafından karşılandı.
Bilgisi, tevazusu, insanlara yaklaşım tarzı ve her durumda Allah’a olan bağlılığı ile onu gören her insan tarafından muhabbet ve derin bir saygıyla karşılandı.
Şeyh Muhammed Nazım Adil el Kıbrısi Hazretleri şimdi Kıbrıs’ta Lefke’deki medrese şeklindeki evinde dünyanın her yerinden ziyaretine gelen misafirlerini ağırlayıp onlarla sohbetlerde bulunmakta, 83 yaşında olmasına rağmen üstün çabası ile Kuran ahlakının yeryüzünde yoğun bir şekilde yaşanması için gayret göstermektedir.
Hikmetli Sözlerinden Birkaç Örnek
“Tasavvuf, saf ve temizce Allah’a ulaştırır. Metaryalist hayatı bırakıp yüce, şanlı kutsallığa ulaşmanın yoludur.”
“Allah’ın kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’deki ayetleri derin düşünülmeli, bunlar aşkımızın ve şevkimizin artıp gelişmesine vesile olmalı.”
“Allah’ın bize vereceği ecri düşünmeliyiz. Bu vesile ile Allah’ın uyarılarını devamlı hatırlar ve hata yapmamaya çalışırız.”
“Yolda inançsız, fakir birini gördüğünüzde en samimi şekilde ve yumuşakça onu Allah’ın yoluna çağırın. Ona bu şekilde davranmanız belki onun kalbinin yumuşamasına vesile olur ve onu hemen sana getirir.”
“Allah’ın kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’deki ayetleri derin düşünülmeli, bunlar aşkımızın ve şevkimizin artıp gelişmesine vesile olmalı.”

Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 10. sayı (Nisan 2005) 46. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=10

Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri (KS)

Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri (KS)

Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri (KS)
O nurlu kaynaklar ki, bir zamanlar doğu ile birlikte bütün insanlığı aydınlatıp; aynı zamanda Ehl-i Kitaba da ışık olan eserler vermiştir.” (Carl Vett’in, “Bir Dervişhaneden İzlenimler” adlı eserinde Mahmut Hüdayi Hazretleri için söylediklerinden…)(Seltsam Erlebnisse in einem Dervischkloster Heitz . Co. Strasburg 1931)
Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri (KS), 1600′lü yıllarda yaşamış ve devrinin ilimlerini üstün zeka ve yeteneği ile kısa zamanda öğrenmişti. Daha sonra Anadolu’da, dönemin ünlü kadılarından Nasırzade’nin yanında çalışmaya başladı. Bir müddet sonra Sultan II. Selim’in yaptırdığı Sultan Selim Medresesi’ne Müderris (Profesör) olarak atanan Nasırzade ile birlikte, ona yardımcı olarak 28 yaşında Edirne’ye gitti. Daha sonraları da Mısır, Şam kadılıklarında ona eşlik etti. Mısır’da iken Kerimeddin Halveti Hazretleri ile tanışarak onun sohbetlerinde bulundu.
Bursa Kadılığı ve Şeyh Üftade Hazretleri ile Tanışmaları
1573 yılında Bursa Kadılığı’na ve Ferhadiye Medresesi’ne Müderris (Profesör) olarak tayin edildi. Burada üç senelik bir hizmetten sonra 1576 yılında Üftade Hazretleri ile tanıştı ve onun öğrencisi oldu. Üftade Hazretleri’nin emriyle, İstanbul’a, Üsküdar’a geldi. Bu sırada 93 yaşında olan Üftade Hazretleri 1580 yılında vefat etti.
Üsküdar’da irşad hizmetlerine başlayan Hüdayi Hazretleri (KS), naip (savcı yardımcısı) olarak başladığı meslek hayatında edindiği mal ve mülkün büyük bir bölümünü Allah yolunda dağıtarak infak etmişti. Hayatının tamamını da bu şekilde geçirmişti. Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri (KS) kendini, Kuran ahlakını yaşamaya ve güzel ahlakın yaşanması, yayılması için adamıştı. Malını ihtiyaç sahiplerine vermesi ve Allah için harcaması da yine Kuran’da Rabbimiz’in emir ve tavsiyesi olması dolayısıylaydı.
Yüce Rabbimiz Kuran’da şöyle buyurmaktadır:
Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 262)
Hüdayi Hazretleri (KS), 1593 yılında Fatih Camii’nin Cuma Vaazlığı, Tefsir Alimliği, Hadis Alimliği görevlerini üstlendi. Yaklaşık 7 yıl bu görevi yerine getirdikten sonra Üsküdar İskelesi’ndeki Mihrimah Sultan Camii’nde vaizlik görevini sürdürmüştür.
Büyük mürşid, uzun yıllar inananlara Allah’ın rızasını kazanmanın yollarını göstermiş, Kuran ahlakının tesis edilmesi için büyük çaba harcamıştır. Üsküdar’a yerleştikten sonra ömrünün sonuna kadar buradan ayrılmamış ve bu yüzden ona isminin sonuna ek olarak “Üsküdari” denilmiştr.
Hüdayi Hazretleri (KS), 1628 yılının Ekim ayında vefat etti. Türk İslam tarihinin en büyük mürşitlerinden biri olan Mürşid-i Kamil Seyyid Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri (KS), Üsküdar’daki medresesinin yanında bulunan türbelerine defnedildi.
Hüdayi Hazretleri (KS)’nin Tebliği
Osmanlı’nın yükselişten yavaş yavaş duraklama dönemine doğru geçtiği bir devirde yaşayan Hüdayi Hazretleri (KS), bir yandan sultanların adil, gayretli ve maneviyat bakımından güçlü olmaları için büyük gayretler göstermiş; bir yandan da birtakım kargaşada bunalan devlet görevlilerinin ve halkın Kuran ahlakına uygun yaşamaları ve Allah için sabretmeleri gerektiğini anlatmıştır.
Hüdai Hazretleri (KS), yaptığı tebliğ yoluyla, halktan sultanlara kadar geniş bir etki alanı oluşturmuştu. Döneminin padişahları olan III. Murat, I. Ahmet ve II. Osman’a öğütler verdi. Onları, halka en adil şekilde davranmaları ve yaptıkları her işin Kuran ahlakına uygun olması konusunda hep uyardı. IV. Murat’a kendi elleriyle saltanat kuşağı giydirdi, Ferhat Paşa ile bizzat Tebriz Seferi’ne katıldı.
Hüdai Hazretleri (KS) vefat ettiğinde, yetiştirdiği yüzlerce öğrencisi ve birçok eseriyle, Anadolu ve Balkanlar’da İslam’ın güzellikleri ve Kuran ahlakının tesis edilmesi konusunda derin etkiler bıraktı. Bu etki günümüzde hala sürmekte; yurdun her yöresinden öğrenciler, Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı bünyesinde oluşturulan kültür merkezinde onun manevi hayatı ve eserlerini inceleme fırsatı bulmaktadırlar. Bu vakıf, halen birçok ilim, fikir ve sanat adamı yetiştirmektedir.
Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri (KS), herşeyin ve her olayın Allah’ın insanlara göstermiş olduğu görüntüler olduğunu anlatmış ve kendisi de buna göre yaşamıştı. Eserlerinde, şiirlerinde ve mektuplarında bu açıkça görülmektedir.
Arapça ve Türkçe otuz eseri vardır. Eserlerinde, Kuran ayetlerinin açıklaması, ahlaki faziletler, Allah’a ve peygamberlere karşı olan sevgi ve saygı gibi temel konuları ele almıştır.
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 05. sayı (Kasım 2004) 46. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=05

Seyyid Abdulhakim Arvasi

Seyyid Abdulhakim Arvasi

Seyyid Abdulhakim Arvasi
“Temiz ve yeni elbise giyiniz. Gittiğiniz yerlerde, ahlakınızla, sözlerinizle, İslam’ın vekarını, kıymetini gösterdiğiniz gibi, giyiminizle de saygı ve ilgi toplayınız.” (Seyyid Abdülhakim Arvasi)
Seyyid Abdülhakim Arvasi, 1865 yılında Van’ın Başkale ilçesinde doğmuştur. Abdülhakim Efendi’nin babası bir Nakşi şeyhi olan Seyyid Mustafa Efendi’dir.
Abdülhakim Arvasi Efendi, Irak’ın çeşitli yerlerinde eğitim almıştır. Arapça, Arap Edebiyatı, kelam, İlahi ve tabii hikmetler, matematik, geometri, tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf, eğitim aldığı alanlardır.
On dört yaşındayken Seyyid Taha Hoca’nın halifesi olan Fehim Efendi’ye bağlılığını bildirmiştir. Hem dini hem de tasavvufi eğitimde olgunluk kazanan Abdülhakim Efendi, yirmi yaşında Van’a geri dönmüştür.
Memleketinde medrese yaptırmış ve büyük bir kütüphane kurmuştur. Yirmi yıl bütün öğrencilerinin masraflarını da karşılamak suretiyle bu medresede hocalık yapmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında, Hoca Efendi şehirden şehire dolaşırken 1919′da İstanbul’a gelir ve yerleşir. Daha sonra da Kaşgari Dergahı’nda şeyhlik, vaizlik ve imamlık; Süleymaniye Medresesi’nde de tasavvuf hocalığı yapmaya başlar.
Kurtuluş Savaşı sırasında, eli silah tutanların Anadolu’ya geçip Kuvay-i Milliye’ye katılması, para ve mal ile de yardım yapılması konusunda milleti teşvik etmiş ve birçok insanın İstanbul’dan Kuvay-i Milliye’ye katılmasına öncülük etmiştir.
Seyyid Abdülhakim Arvasi, 1943 yılında rahatsızlanmış ve bu rahatsızlığı sonucu vefat etmiştir. Abdulhakim Arvasi Efendi, arkasında örnek ahlakı ve nasihatlarının yanında Er-Riyazü’t-Tasavvufiyye ve Rabıta-i Şerife isimli iki eser bırakmıştır.
Önemli Tavsiyeleri
Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara anlatan ve kendisine Silsile-i aliyye adı verilen büyük alimlerden Abdülhakim Arvasi Efendi, sohbet ve vaazlarında İslam’ın özüne yönelik çok önemli anlatımlar yapmıştır.
Seyyid Abdulhakim Arvasi Efendi, Allah’ın dünya üzerindeki herşeyi yaratırken onu bir sebebe bağladığını ve insanların birşeyin olması için Allah’a dua ederek sebeplere sarılması gerektiğini söylemiştir:
“Allahü Teala, herşeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere, tabiat kuvvetleri, fizik, kimya ve biyoloji kanunları diyoruz. Bir iş yapmamız, bir şeyi elde etmemiz için, bu işin sebeplerine yapışmamız lazımdır. Mesela buğday hasıl olması için, tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lazımdır. İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü Teala’nın bu adeti içinde meydana gelmektedir. Allahü Teala sevdiği insanlara iyilik, ikram olmak için ve azılı düşmanlarını aldatmak için bunlara, adetini bozarak sebepsiz şeyler yaratıyor.” (Seyyid Abdülhakim Arvasi)
Kardeşliğin önemini şu sözleriyle vurgulamıştır:
“Hak Teala’nın hakimliğini tanıdığınız, emaneti ve emniyeti bozmayarak çalıştığınız zaman, birbirinizi ne kadar sevecek, birbirinize ne kadar bağlı kardeşler olacaksınız. Sizin o kardeşliğinizden Allah’ın merhameti neler yaratacaktır. Kavuştuğunuz her nimet, hep Hakk’a imanın hasıl ettiği kardeşliğin neticesi ve Allahü Teala’nın merhamet ve ihsanıdır. Gördüğünüz her musibet ve felaket de; hep kızgınlığın, nefretin ve düşmanlığın neticesidir. Bunlar ise Hakk’ı tanımamanın, zulm ve haksızlık etmenin cezasıdır.” (Seyyid Abdülhakim Arvasi)
Allah’a şükretmenin önemini ise şöyle anlatmıştır:
“Hamd, O nimet vericiyi ibadetle bilmektir. Şükür,
Hakk’ın kuluna verdiğini O’nun yolunda kullanmaktır.
(Maneviyet Dünyamızda İz Bırakanlar, Vehbi Vakkasoğlu, s. 29)
İslam’ın tebliği için temizliğe ve giyim kuşama son derece önemi veren Arvasi Efendi, müminlerin de buna önem vermeleri için onları teşvik etmiştir:
Beşeriyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, ızdırap ve felaketten kurtulamaz. Hakk’ı tanımadıkça, Hakk’ı sevmedikçe, Hak Teala’yı hakim bilip, O’na kulluk etmedikçe, insanlar birbirini sevemez. Hak’tan ve Hak yolundan başka her ne düşünülse, hepsi ayrılık ve perişanlık yoludur.” (Seyyid Abdülhakim Arvasi)
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 05. sayı (Kasım 2004) 46. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=05

Ahıskalı Ali Haydar Efendi (K.S)

Ahıskalı Ali Haydar Efendi (K.S)

Ahıskalı Ali Haydar Efendi (K.S)
“Soyumdan değil, yolumdan gelen benim evlâdımdır.”
Maneviyat dünyamızın önderlerinden Ali Haydar Efendi, 1870 yılında Batum’un Ahıska kasabasında doğmuştur. 1894′te Erzurum’daki Bakırcı Medresesi’nde devrin ünlü alimlerinden ders almıştır. Buradaki eğitiminin ardından, İstanbul Fatih Camiinde ünlü Beyazıd dersiamlarından (öğretmenlerinden) Çarşambalı Hoca Ahmet Hamdi Efendi (K.S)’den 1901 yılında icazet almış, 1902 yılında Fatih Camii’nde hocalık görevine başlamıştır. Ali Haydar Efendi, İslam’a hizmet yolunda, bu yolun diğer tebliğ edicilerinin yaşadığı çile ve sıkıntıları yaşamış, bütün zorluklara, “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek” düsturuyla göğüs germiş, hiçbir şekilde Kuran ahlakını yaşamaktan ve anlatmaktan taviz vermemiş ve hizmetlerine aralıksız devam etmiştir.
Ali Haydar Efendi (K.S.), Ahmed Hamdi Hoca’nın derslerine devam ederken, o devirde kadı yetiştiren Medresetü’l-Kuzat (Hukuk Fakültesi)’a giderek, oradan da diploma almıştır.
Sırasıyla Burdur, Uşak ve Denizli Kadılığı görevi yaptıktan sonra İstanbul İstinaf Mahkemesi üyeliğine getirilmiştir. Bu dönemde Hukuk Fakültesi’nde Mecelle ve Usul-i Muhakematı Hukukiye dersleri vermiş, ardından İstanbul Bidayet Mahkemesi İkinci Hukuk Dairesi Başkanlığından başlayarak pek çok daire ve mahkemede başkanlık görevi yaptıktan sonra, 1914 yılında Sahn Medresesi Fıkıh Müderrisliği’ne tayin edilmiştir.
Birinci Dünya Savaşının ardından, 14 Kasım 1914′te ilan edilen Cihad-ı Ekber fetvasını, Fetva Emini sıfatıyla Fatih Camii’nde okumuştur. Aynı zamanda “23 Kasım 1914′te Cihad Beyannamesi”nde bulunan 29 imzadan biri de Ali Haydar Efendi’ye aittir.
1915 yılında Şeyhü’l-İslamlık’ta yeni kurulan “Telif-i Mesail Heyeti Reisliği”ne, 1916’da Huzur Dersleri Baş Muhatablığı’na tayin edilmiştir. Ali Haydar Efendi, Tevfik Paşa’nın Baş Vezirlik döneminde Adliye Nazırlığı (Adalet Bakanlığı) görevi yapmıştır.
Ahıskalı Ali Haydar Efendi (KS), zahiri ilimlerin hepsini ikmal etmiştir. Zatından bahsedilen eserlerin tamamında, sahip olduğu ilmin 4 mezhebe fetva verecek kadar kuvvetli olduğu belirtilmektedir. Bu eserlerde, Ahıskalı Ali Haydar Efendi (KS)’nin hitabet ve ikna gücü de övülmüştür.
Ahıskalı Ali Haydar Efendi (K.S)’nin tasavvuf ve tarikat ehline sevgi ve alakası askerlik görevi için bulunduğu Bandırma’da başlamıştır. Burada Rıza Ali Bezzazi Efendi ile tanışan Ali Haydar Efendi, bu alimin tavsiyesiyle İstanbul Hacı Ahmet Efendi’nin yanına gider. Bu kişi ona Topkapı’da Ali Efendi’nin yanına gitmesini tavsiye eder. Topkapı’ya giden Ali Haydar Efendi (KS), orada Ali Efendi’nin talebesi olur ve tasavvuf yolunda ilerler. Hoca Efendi derin ilmi ve yüksek tevazulu kişiliği ile devrindeki insanlara örnek teşkil etmiş, bu yönü sebebiyle de hizmet ettiği padişahlar tarafından özellikle 2. Abdülhamit Han tarafından el üstünde tutulmuştur.
Ali Haydar Efendi, Birinci Dünya Savaşı boyunca aynı zamanda padişahın huzur dersleri başmuhatablığını da yürütmüş, bu görevi padişahlığın kaldırılmasına kadar devam etmiştir.
Ahıskalı Ali Haydar Efendi (KS), yıllarca ilim öğrenmek, ilmi öğretmek ve insanlara İslâm’ı anlatmakla meşgul olmuş, edebin birinin dahi terkine rıza göstermemiştir. Pek çok ilim erbabı yetiştirmiş, kıymetli talebeleri olmuştur. Vaktinin büyük bir bölümünü Kur’an-ı Kerim okumakla geçiren Hoca Efendinin çevresine tavsiyesi “Soyumdan değil, yolumdan gelen benim evlâdımdır” şeklinde olmuştur.
Müslümanların Allah’ın emirlerine uyması için hayatı boyunca çaba harcamış, hayatının son dönemleri hapishanelerde ve mahkemelerde geçmiştir. Çile içinde geçen dönemlerindeki tevekkül ve sabrı ile tüm Müslümanlara örnek olmuştur. O insanlara her zaman iyiyi ve doğruyu öğütlemiş, kötülüklerden sakındırmak için vargücüyle çalışmıştır. “İslam’ın devam ve bekası, iyiliği emredip kötülükten alıkoymanın devamına; yıkılması ise iyiliği emredip kötülükten alıkoymanın terkine bağlıdır.” şeklindeki sözü görüşlerini açıklayan güzel bir örnektir.
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 02. sayı (Ağustos 2004) 46. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=02

Mehmet Kırkıncı Hoca Efendi

Mehmet Kırkıncı Hoca Efendi

Mehmet Kırkıncı Hoca Efendi
“Ahir zamanda gelecek olan Mehdi-i Azam Peygamberiminiz(sav)’in evladından bir ZATTIR.” (Hayatım-Hatıralarım, Mehmet Kırkıncı Hocaefendi, sayfa 382-383. Zafer Yayınları)
Peygamberimiz (sav) tarafından ahir zamanda gönderileceği müjdelenmiş olan, yeryüzündeki fitneleri ortadan kaldıracak, tüm dünyaya barış, adalet, bolluk, huzur, mutluluk ve refah getirecek çok mübarek ve değerli bir şahıs olan Hz. Mehdi’nin ortaya çıkışı yüzyıllardır İslam ümmeti tarafından beklenen müjdeli bir olaydır. Nitekim rivayetlerde Hz. Mehdi’nin çıkış alameti olarak bildirilen olayların pek çoğunun ardı ardına gerçekleşmesi, bu zuhurun yakın olduğunun açık bir göstergesidir.
Peygamber Efendimiz (sav)’in çok sayıdaki hadisinde; ismiyle, özellikleriyle ve yapacağı işlerle ayrıntılı olarak tarif edilen Hz. Mehdi’nin, geleceğine dair Kuran ayetlerinde de işari anlamlarda çeşitli müjdeler vardır. Tüm bu bilgiler dikkatlice incelendiğinde Mehdiyet konusunun tartışmaya yer bırakmayacak derecede kesinlik gösterdiği akıl ve vicdan sahibi her insan tarafından kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Önceki sayılarda detaylı olarak açıkladığımız gibi Bediüzzaman Said Nursi’nin açıklamaları da, Kuran’da yer alan işaretler ve Peygamberimiz (sav)’in hadisleriyle aynı doğrultudadır. Rivayetlerden ve İslam alimlerinin izahlarından da Hz. Mehdi’nin bir şahs-ı manevi olmayacağı, fiziksel özelliklerine, karakter ve ahlakına, nesebine kadar detaylı olarak tarif edilmiş mübarek bir şahıs olacağı, açık ve net bir biçimde anlaşılmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatta olan talebelerinden Mehmet Kırkıncı Hoca da kaleme aldığı “Hayatım ve Hatıralarım” isimli kitabında bu konuya yer vermiş ve kendisine bu konu hakkında sorulan bir soruya nasıl bir cevap verdiğinden bahsetmiştir.
Aşağıda Hz. Mehdi’nin, Peygamberimiz (sav)’in neslinden bir zat olacağına ve şahıs olarak zuhur edeceğine dair Mehmet Kırkıncı Hocaefendi’nin önemli izahlarını bulacaksınız.
Not: Mehmet Kırkıncı Hocaefendi’nin “Hayatım ve Hatıralarım” isimli kitabından aynen iktibas edilmiştir.
Mehmed Kırkıncı Hocaefendi Kimdir?
1928 yılında, Erzurum merkeze bağlı Güllüce köyünde dünyaya geldi. Risale-i Nur camiasında mümtaz şahsiyetlerin yetişmesine vesile olmuştur. Zaman zaman dergi ve gazetelerde çeşitli yazıları neşredilmiştir.
“… Risale-i Nur’dan öğrendiğimize göre, her asırda büyük Mehdinin vazifesini görecek mehdi-misal zatlar geldiği gibi ahir zamanda da Mehdi-i Azam gelecek ve en büyük bir tecdit (yenileme) hareketinde bulunacaktır.”
Kendisine şöyle cevap verdim:
“Ben bu hadisi Kütüb-ü Sitte’den olan Sünen-i İbn-i Mace’de görmüştüm. Muhaddisler bu hadisi-i şerife şöyle mana vermişler:
“Buradaki ‘Mehdi’ kelimesi şahıs değil sıfattır. Yani Peygamberimiz’den sonra hidayet sıfatına kemaliyle sahip olan zat Hz. İsa’dır. Çünkü birçok insanın hidayetine o vesile olmuştur. Ahir zamanda gelecek Mehdi-i Azam ise peygamberimizin evladından bir ZATTIR. Ve ahir zaman fitnesinin en dehşetli olduğu bir zamanda bu ümmetin imdadına koşacak ve onların hidayetlerine vesile olacaktır. Bu hususta pekçok hadis-i şerif vardır. Ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi ile Hz. İsa’yı bir kabul etmek hem büyük bir hata, hem de itikadi yönden büyük bir tehlikedir.
Gerçekte Mehdi olmayan bir mürşide Mehdi demenin şer’an bir mahsuru yoktur. Ama Hz İsa (as) meselesi böyle değildir. Peygamber olmayan bir kimseye peygamber demek küfre götürür. Onun için bu konuda çok dikkatli olmak gerekiyor. Böyle hatalara düşenleri ikaz için şu hususları nazara vermekte fayda olur zannederim:
Bir defa ahir zamanda gelecek Mehdi, Peygamberimiz’in (sav) evladındandır. Peygamberimiz bir hadis-i şerifinde: “Hz. Mehdi benim neslimdendir. Fatıman’nın evlatlarındandır” buyuruyor. Yani Mehdi babasız dünyaya gelecek değildir. Annesi de Hz. Meryem değildir.(Hayatım-Hatıralarım, Mehmet Kırkıncı Hocaefendi, sayfa 382-383. Zafer Yayınları)
Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 22. sayı (Nisan 2006) 32. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmiarastirma.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Ara%C5%9Ft%C4%B1rma&Number=22

Ömer Nasuhi Bilmen

Ömer Nasuhi Bilmen

Ömer Nasuhi Bilmen
Ünlü tefsir ve fıkıh alimi Ömer Nasuhi Bilmen, gerek ilmi ve ahlaki otoritesi, gerekse samimi dindarlığı ve tevazusu ile dinî konularda Türkiye’de Müslüman halkın başlıca güven kaynağı olmuştur. İnançta, ibadet ve ahlâkta Ehl-i Sünnet akidesini, şahsında tam bir başarı ve samimiyetle temsil ettiği için herkesin saygı ve sevgisini kazanmıştır.
Türkiye’nin beşinci Diyanet İşleri Başkanı olan ünlü tefsir ve fıkıh alimi Ömer Nasuhi Bilmen, 1883 yılında Erzurum’un Salasar köyünde doğdu. Küçük yaşta babasının vefat etmesi üzerine Erzurum Ahmediyye Medresesi hocası ve Nakıbüleşraf kaymakamı olan amcası Abdürrezzak İlmi Efendi’nin himayesinde eğitim görmeye başladı. Amcasından ve Erzurum müftüsü Narmanlı Hüseyin Efendi’den ders aldı. İki hocası da yakın aralıklarla ölünce İstanbul’a gitti (1908) ve Fatih dersiamlarından (Osmanlı döneminde camilerde ders vermeye yetkili kişi olan profesör) Tokatlı Şakir Efendi’nin derslerine devam edip diplomasını aldı (1909). Bunun yanında Ders Vekaleti’nce açılan imtihanı kazanarak camilerde ders vermeye yetkili kişi olarak dersiamlığa başladı. (1912)
Ayrıca, o sıralarda okumakta olduğu Hukuk Fakültesini de bitirdi (1913). Arapça ve Farsça’yı çok iyi bilen, Türkçe ile birlikte üç dilde yazabilen Ömer Nasuhi Bilmen, Temmuz 1913′te Fetva dairesinde katipliğe başladı. Bir yıl sonra başmemurluğa terfi edip Ağustos 1915′te Telif Eserleri Başkanlığı’na üye kabul edildi. 30 Haziran 1960 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı’na tayin edilinceye kadar çok çeşitli görevlerde bulundu. Henüz bir yılını doldurmadan 6 Nisan 1961′de Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan emekliye ayrıldı. Uzun memuriyet hayatı boyunca öğretmenlik hizmetinde de bulunan Ömer Nasuhi Bilmen, Dârüşşafaka Lisesi’nde yirmi yıla yakın bir süre Ahlak ve Yurttaşlık dersleri okuttu. İstanbul İmam Hatip Okulu’nda ve Yüksek İslâm Enstitüsü’nde usûl-i fıkıh ve kelâm dersleri verdi. Hayatının sonuna kadar ilmi çalışmalarını sürdüren Bilmen, inananlara ışık olan sekiz ciltlik ünlü tefsirini emekli olduktan sonra yazdı. 12 Ekim 1971′de İstanbul’da Hakk’ın rahmetine kavuşan Ömer Nasuhi Bilmen, Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği’ne defnedildi.
Ömer Nasuhi Bilmen İstanbul Müftülüğü’ne tayin edildiği tarihten itibaren, vefat edinceye kadar gerek ilmi ve ahlaki otoritesi, gerekse samimi dindarlığı ve tevazusu ile dinî konularda Türkiye’de Müslüman halkın başlıca güven kaynağı olmuştur. İnançta, ibadet ve ahlâkta Ehl-i Sünnet akidesini, şahsında tam bir başarı ve samimiyetle temsil ettiği için herkesin saygı ve sevgisini kazanmıştır. Din ahlakının söz konusu olduğu durumlarda kararlı ve net tavrı ile inananların gönlünde taht kurmuştur. 1960′lı yıllarda yükselen bazı seslere karşı, yüksek iman gücü ile kendinden beklenen kararlılıkla, başarıyla ve cesaretle din ahlakını savunmuştur.
Eserleri
Eserlerinde kullandığı dil ve konuları ifade tarzı oldukça net ve sağlamdır.
Hayatının büyük bir kısmını telifle geçiren ve temel İslâmî ilimler alanında çok sayıda eser veren Ömer Nasuhi Bilmen, zamanına kadar yazılmış olan ilmihallerden Müslümanların daha anlaşılır ve kolay şekilde istifade etmesini sağlamak için, 1947-1948 yılları arasında yayınladığı Büyük İslam İlmihali adını verdiği ve Akaid hakkında özet bilgilerle başlayan kitapta, ibadetlerle ilgili konulara geniş yer vermiş ve fıkıh kitaplarında dinî hükümleri detaylı ve doyurucu olarak açıklamıştır. Şimdiye kadar 3 milyonun üstünde basılarak erişilmesi güç bir sayıya ulaşmış olan bu değerli eser, Türkiye’de uzun yıllar ele alınmayan pek çok konuyu açıklayarak, halkın dini bilgilerle ilgili ihtiyacının giderilmesinde önemli bir boşluğu doldurmuştur.
Diğer eserleri şunlardır;
  • Hukuk-i İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu: Beş yıl süreyle bulunduğu Hey’et-i Te’lîfıyye üyeliği Ömer Nasuhi Bilmen’e hukuk alanında tam bir yetişme ve fikirlerinde şekillenme sağlamıştır. Mezhepler arası mukayeseli sistematik bir İslâm hukuku kitabı olup Latin harflerinin kabulünden sonra Türkiye’de İslâm hukuku sahasında kaleme alınmış ilk ve en kapsamlı eserdir.
  • Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri
  • Büyük Tefsir Tarihi (1955-1961)
  • Kur’ân-ı Kerîmden Dersler ve Öğütler (İstanbul 1947)
  • Süre-i Fethin Türkçe Tefsiri î’ülâ-yı İslâm ile İstanbul Tarihçesi (1953, 1972)
  • Hikmet Goncaları: 500 hadisin tercüme ve izahını ihtiva etmektedir (1963)
  • Muvazzah İlm-i Kelâm’ (1955)
  • Mülehhas İlm-i Tevhid Akaid-i İslâmiye (1962 – 1973)
  • Yüksek İslâm Ahlâkı (1949 – 1964)
  • Dinî Bilgiler (Ankara 1959) Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çeşitli görevler için yapılan imtihanlara girecek kimseler için sorulu cevaplı olarak hazırlanmış bir eser olup tefsir, hadis, kelâm, usûl-i fıkıh, vakıf, ferâiz ve siyer konularını ele almaktadır.
Beyânülhak, Sırât-ı Müstakim ve Se-bîlürreşâd mecmualarında çeşitli makaleleri yayımlanan Ömer Nasuhi Bilmen’in ayrıca gençlik yıllarında Farsça olarak yazıp Türkçe’ye çevirdiği Nüzhetü’l-er-vâh (1968) adlı bir divançesiyle de 1904′te yazdığı İki Şükûfe-i Ta-aşşuk (bk. Ahmet Selim Bilmen, s. 99-168) adlı bir romanı da vardır.
Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 03. sayı (Eylül 2004) 46. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmiarastirma.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Ara%C5%9Ft%C4%B1rma&Number=03

Değerli Ehl-i Sünnet Alimi Elmalılı M. Hamdi Yazır ve Kuran-ı Kerim’in İlk Türkçe Tercümesi

Değerli Ehl-i Sünnet Alimi Elmalılı M. Hamdi Yazır ve Kuran-ı Kerim’in İlk Türkçe Tercümesi

Değerli Ehl-i Sünnet Alimi Elmalılı M. Hamdi Yazır ve Kuran-ı Kerim’in İlk Türkçe Tercümesi
Cumhuriyet dönemine yetişmiş son dönem Osmanlı ulemasından olan Elmalılı Hamdi Yazır, hazırladığı Kuran-ı Kerim tefsiri ile herkes tarafından tanınmıştır.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Müslüman Türk halkının İslam dinini daha iyi anlayabilmesi için büyük çabalar sarf etmiş bir İslam alimidir. 1877 yılında Antalya’nın Elmalı ilçesinde doğmuştur. Babası, Elmalı Mahkemesi’nde başkatiplik yapan Numan Efendi’dir. Annesi ise Elmalı alimlerinden Mehmet Efendi’nin kızı Fatma Hanım’dır.
Memleketinden ötürü “Elmalılı” olarak anılmış, soyadı kanunu çıktıktan sonra da “Yazır” soyadını almıştır. İlk öğrenimini Elmalı’da tamamladıktan sonra 1892 yılında İstanbul’a gelmiş ve o dönemin alimlerinden Kayserili Mahmut Hamdi Efendi’den dersler almıştır. İstanbul’daki diğer tanınmış hocaların da derslerine devam ettikten sonra, 1906 yılında “Bayezit dersiamı” (Osmanlı döneminde camilerde ders vermeye yetkili kişi olan profesör) olarak diplomasını almıştır. Aynı yıl yapılan seçimlerde Antalya Milletvekili olmuş ve II. Meşrutiyet’in bu ilk meclisinde, özellikle 1876 “Kanun-i Esasi” sinin (anayasanın) değiştirilmesinde önemli rol oynamıştır.
1909 yılında, günümüzde Siyasal Bilgiler Fakültesi olarak bilinen Mülkiye Mektebi’nde ve yine aynı yıllarda Hukuk konusunda dersler vermiştir. Daha sonra Bediüzzaman Said Nursi, Mehmed Akif gibi meşhur simaların üyesi olduğu Şeyhü’l-İslâmlığa bağlı Yüksek Müşavere Heyeti üyeliğine ve bir müddet sonra da başkanlığına tayin edilmiştir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Vakıflar Bakanlığı görevini yapmıştır.
Cumhuriyet’in ilanı ile çalışmalarına yirmi yıl kadar evinde devam etmiştir. Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği üzerine, Türk Milletinin dini kaynağından öğrenebilmesi amacıyla “Hak Dini Kur’an Dili” tefsirini hazırlamıştır. Türk İslam tarihinde çok önemli bir yeri olan bu eser, Elmalılı Hamdi Efendi tarafından yirmi yılda tamamlanmıştır.
Önemli bir birikim ve kültüre sahip olan Elmalılı Hamdi Efendi, Türkçe’nin yanında Arapça ve Farsça ile şiir yazacak kadar üst seviyede bir bilgiye sahipti. Ancak yazılarında sade bir Türkçe kullanmaya gayret göstermiştir.
Uzun bir süre felsefe ile de ilgilenen Elmalılı Hamdi Yazır, Batılı yazarların bazı eserlerini tercüme etmiştir. Bu eserlerde ileri sürülen konulara eleştirel yaklaşım sergileyen Elmalılı Hamdi Efendi, felsefe ve din arasında cereyan eden tartışmalara çözüm bulmaya çalışmıştır. Filozofların gerçeği kavrayamadıklarını belirtmiş, akıl ile iman bütünleştiği zaman gerçeğin kavranıp doğrulanabileceği fikrini savunmuştur. Bu yolla Yüce Allah’ın yaratış delillerinin anlaşılacağını belirtmiş; evrende mevcut olan ve insanları hayrete düşüren sanat eserlerinin yanında, canlı ve cansız varlıkların da Allah’ın varlığına delil teşkil ettiğini vurgulamıştır.
Uzun zaman devam eden kalp yetmezliği rahatsızlığından ötürü 27 Mayıs 1942 tarihinde Erenköy’de vefat eden Elmalılı Hamdi Yazır’ın naaşı Sahrayıcedid Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından oluşturulan bir kurul, Yüce Kuran’ın tercüme edilerek Türk halkına sunulmasına karar verdi. Kuran-ı Kerim’in tefsiri konusu Elmalılı Hamdi Yazır’a teklif edildi. Elmalılı Hamdi Yazır, Kuran-ı Kerim tefsirini uzun yıllar boyunca evinden çıkmadan, büyük bir titizlikle hazırlamış, meali ve tefsiri birlikte oluşturmuştur. Elmalılı Hamdi Efendi’nin “Hak Dini Kuran Dili” adlı eseri, bu alanda ilmi bir değere sahip olan ilk eser olması sebebiyle çok önemli bir eserdir. Bu eser birçok İslami ilimler, modern bilim ve fikirler açısından da zengin bir bilgi birikiminin ürünüdür.
Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 04. sayı (Ekim 2004) 46. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmiarastirma.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Ara%C5%9Ft%C4%B1rma&Number=04

Seyyid Muhammed Raşid Erol (1930-1993)

Seyyid Muhammed Raşid Erol (1930-1993)

Seyyid Muhammed Raşid Erol (1930-1993)
Muhammed Raşid Erol 1930 yılında Siirt’in Baykan ilçesine bağlı Siyanüs köyünde dünyaya gelmiştir. Daha çok “Seyda” ve “Sultan Hazretleri” ünvanlarıyla tanınmıştır.
Muhammed Raşid Erol ilk eğitimini babasının yanında almıştır. Babası ünlü İslam alimlerinden Gavs-ı Bilvanis Seyyid Abdulhakim el-Hüseyni’dir. Babasından sonra Güneydoğu’da meşhur olan Molla Muhyiddin, Molla Nasır, Molla Ramazan ve Molla Abdulbaki’den arapça, mantık, hitabet gibi ilimlerin yanında tefsir, hadis ve fıkıh dersleri almıştır.
Seyda Hazretleri, Seyyid Abdulhakim Hüseyin Hoca’nın oğlu olması nedeniyle ilim öğrenip talebe yetiştirmenin yanında, medrese hizmetleriyle de uğraşmıştı. Hizmet etmeyi ve hizmet edeni çok severdi. Misafirperverliği çok yüksekti. Evinde misafirlerine bakacak hizmetlileri olmadığı takdirde kendisi bizzat misafirlerine ikramda bulunurlardı.
Kendisi çok fazla konuşmaz, tebliğ faaliyetlerine genelde örnek ahlakı, hal ve tavırlarıyla devam ederdi. Sürekli olarak herkesi hak yola davet eden Seyda Hazretlerinin, yurt içinden ve yurt dışından birçok ziyaretçisi olmuştur. 1983 yılının Mart ayından itibaren bir yıla yakın bir süre gözetim altında tutulduktan sonra, tekrar serbest bırakılmış ancak uzak kaldığı bu dönemde dahi talebelerinin eğitimlerini aksatmamalarına gayret göstermiştir. Arkasında çok değerli talebeler bırakan Seyda Hazretleri, 1993 yılında Ankara’da Hakk’ın rahmetine kavuşuncaya kadar tebliğ ve irşad hizmetlerine devam etmiştir.
Muhammed Raşid Erol’un Nasihatlarından
Muhammed Raşid Erol sohbetlerinde tevbe üzerinde sık sık durmuş, günahtan sakınmayı telkin etmiş, günahın en önemli sebeplerden biri olarak da kibiri göstermiştir. Bu konuda söylediklerinden bazıları şöyledir:
“Ey cemaat! Bakınız, İslam’da tevbe vardır. Kul, veli de olsa kusursuz olmaz. Yalnız, tevbe, kalben olmalıdır. Bir kimse halis bir şekilde tevbe etse, Cenab-ı Hak, o kimsenin geçmiş günahlarını siler. Tevbe, halis olduğu zaman, insan, istikametini düzeltir, yönünü Allah’a çevirir, hali güzelleşir, yeni bir hayat yaşamaya başlar, bu yeni hayatını Allah rızası istikametinde devam ettirir ise, bu hal, kulun tevbesinin kabulüne işarettir.
Ey cemaat! Siz küçük günahları hafife almayın. Çünkü küçük günahlar, büyük günahlara sebep olmaktadır.
Sakın kibir üzre olmayın! Cenab-ı Hak, secde etmesini ve bu suretle Hz. Adem’in üstünlüğünü kabul etmesini emrettiği halde, şeytan kibrinden dolayı secde etmedi. Malumunuzdur ki, şeytan ibadet ve itaat ehli olmasına rağmen, itirazı neticesinde ilahi huzurdan kovuldu.
Her türlü günah, nefisten ve kibirden çıkar. İnsan, ne zaman fakrını ve acizliğini idrak ederse, o zaman nefsin kibir ve azameti kalmaz. İşte o durumda kişi, kamil bir mü’min sıfatıyla hayatını devam ettirir.”(Son Devrin Kutup Yıldızları, s.154-155)
“Mürşidler, kuvvetli imanlarından ve İlahi tasarruflarından dolayı talebelerinin kalblerini dünya sevgisi ve malayani (boş) şeylerden temizleyip Allah’a bağlarlar. Bu da tevbe-i nasuh (kesin tevbe)ile meydana gelir. Tevbe-i nasuh, insanın sıfatını değiştirir. Sıfatın değişmesi demek, haram fiilleri, çirkin sıfatları terk ederek, İslam’ın meşru dairesine girmek, yani sırat-ı müstakim üzere yaşamaktır.” (Maneviyat Dünyamızda İz Bırakanlar, Vehbi Vakkasoğlu, s. 236)
Muhammed Raşid Erol tevbe etmenin insanı değiştirdiğini, Allah’a yakınlaştırdığını söylerken, ölümü düşünmeyi teşvik etmiş ve şöyle belirtmiştir:
“İnsana en çok fayda veren şey, ölüm rabıtasıdır; yani ölümü ve sonrasını düşünmektir. Ölüm rabıtası, tul-i emeli (geleceğe dair uzun emelleri) yıkar, ihlas ve yakını doğurur.” (Sahabeden Günümüze Allah Dostları, s.15)
Muhammed Raşid Erol, Müslümanların işlerinin yalnızca İslam ahlakını anlatmak olduğunu bir konuşmalarında şöyle belirtmiştir:
“Biz siyaset yapmayız. Biz hiç kimseye, “şu partiye oy verin, bu partiye verme veya verin” demeyiz. Biz Allah yolunda hizmet ediyoruz. Bizim işimiz insanlara İslam’ı ve insanlığı anlatmaktır. Gelen insanlar arasında her partiden insanlar var. Bizim işimiz o değil, o siyasetçilerin işi.” (Son Devrin Kutup Yıldızları, s.169)
Ayrıca ilim öğrenmeye çok büyük önem vermiştir. Bir konuşmasında öğrencilerini ilim öğrenmeye şöyle teşvik etmiştir:
“Ey Allah’ın kulları; Bir talebe yetiştirmek, bin kişiyi sofi yapmaktan efdaldir. Hele o talebe vârisü’l-enbiya (enbiya varisi)olursa! Siz dininizi beldenizde bulunan en büyük, en muttaki alimlerden öğreniniz. Herkesden fetva sormayın. Çünkü memlekette fetva verecek kimse çok azdır. İlimle meşgul olan kimse, dünyada en güzel iş ile meşgul oluyor. İlim olmadığı zaman cehalet olur. Cahilin abidi de, sofisi de hüsrandadır. Osmanlıya bakınız: Ne idi ne oldu? edep ve nûrû sunmaya devam etmektedir. Allah (c.c.) tüm Allah dostlarından razı olsun” (Allah Dostları, Şule Yayıncılık, cilt:10, s. 326-334)
Vefatının Ardından Yazılanlar
Fehmi Koru Bir Yazısında Muhammed Raşid Erol’dan Şöyle Bahsetmiştir:
“…Raşit Erol, vefatından sonra çıkan yazılardan öğrendiğime göre, öyle fazla konuşan bir ‘mürşid’ değilmiş… Onu ziyaret edenler, Menzil’de buldukları ortamın etkisinde kalırlarmış… Daha doğrusu, sözlü ikna yerine, hal ve tavırlarıyla tebliğ yöntemiymiş onunki… Bağlandığı esaslar ve takipçilerinin izlemesini istediği ilkeler, varlığıyla etrafına örnek olarak insandan insana geçiyor olmalı…
Mana aleminin dışında kalanlar işte bunu anlayamaz. Onların zannettikleri, inanan kesim arasındaki ilişkilerin madde ve para temeline dayandığıdır… Biraz daha insaflı olanlar, önder durumundaki kişinin cazibesinin etkisini de kabul ederler. Ancak hiçbirisinin aklına, kalpten kalbe bir yol olabileceği gelmez… Konuşmadan anlaşılabileceğini düşünmezler bile. Oysa, Seyyid Raşid Erol, öyle çok konuşmayan, insanları etkilemek için çaba göstermeyen, ama insanların peşinden ayrılmadığı bir ‘mürşid’ idi.
Küçücük bir köy, sırf o orada yaşıyor diye, ülkenin her tarafından gelen insanlarla dolup taşıyordu. Otobüslerle, otomobillerle gelenler, köydeki imkanlarla misafir ediliyor, doyuruluyor ve isteyen istediği kadar kalıp, istediği anda orayı terkediyordu. Gelenlerin içinde kötü alışkanlıkları olan, içki ve kumardan kendilerini alamayanlar, Menzil’in manevi havasını teneffüs edince, o alışkanlıklarını terk ediyorlardı…
Türkiye zor bir döneme girdi. Bu dönemde birlik ve beraberliğin çimentosu olacak manevi liderlere daha fazla ihtiyaç var. Seyyid Muhammed Raşit Erol, Adıyaman’ın Menzil köyünde, doğusu ve batısıyla bütün Anadolu’yu kepçeleyen böyle bir manevi önderdi. Vefatı, onu tanıyan, ona bağlılık duyanlar kadar, onu uzaktan sevenleri de derinden üzdü…”(Son Devrin Kutup Yıldızları, s.161-163)
Üstün ahlak sahibi Muhammed Raşid Erol’un ne kadar çok seveni olduğunu ve Türkiye’nin her yerine hizmetlerinin nasıl ulaştığını Alaaddin Özdenören şöyle anlatıyor:
“Türkiye’de çok yaygın ve kendisini seven insan topluluğu var. Mesela İzmit neresi Adıyaman neresi. O kadar çok seven var ki herhalde bu millete bu kadar yardım edecek bir zat zor gelir. İnşaAllah gelir de. Çok müstesna bir insan. Bunun dışında Türkiye’de alkolizmin büyük ölçüde önüne geçmiş bir insan…Kendisini Türkiye genelinde kabul ettirmiş bir şahsiyet, vefat etti. Allah gani gani rahmet eylesin…” (Son Devrin Kutup Yıldızları, s.165)
Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 06. sayı (Aralık 2004) 46. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmiarastirma.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Ara%C5%9Ft%C4%B1rma&Number=06

Üstün Yönleriyle Bediüzzaman Said Nursi

Üstün Yönleriyle Bediüzzaman Said Nursi

Üstün Yönleriyle Bediüzzaman Said Nursi
Geçtiğimiz asrın müceddidi olan Bediüzzaman Said Nursi, hayatı ve eserleri ile tüm Müslümanlara örnek olmuştur. Bediüzzaman, Allah sevgisi, tevekkülü, sabrı ve Kuran ahlakını yaymadaki kararlılığı ile sadece kendi döneminde değil, günümüzde de pek çok insanın İslam ahlakını öğrenmesine vesile olmaktadır. Tefekkürlerini kaleme aldığı Risale’i Nur Külliyatı’nda samimiyet ve hikmet içeren anlatımıyla okuyanların kalbinde derin etki meydana getirmektedir.
Geçtiğimiz asrın müceddidi olan Bediüzzaman, çok küçük yaşlardan itibaren Kuran’a ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetlerine dayalı yaşamış, Rabbimiz’in emri olan güzel ahlakı çevresindekilere anlatma gayreti içinde olmuş değerli bir İslam alimidir. Allah’ın rızasını kazanmaktan başka hiçbir gayesi olmayan, dünyevi her türlü menfaatten elini çeken bu mübarek zat, bugün milyonlarca mümin tarafından gerçek bir Allah dostu olarak tanınmakta, teşhis ve tespitleri en muteber kişilerden biri olarak bilinmektedir.
Bediüzzaman, hayatının yaklaşık üçte birini, -hiçbir suçu olmamasına rağmen- hapislerde ve sürgünlerde geçirmiş ve gördüğü eziyetlere rağmen olanları tam bir tevekkülle karşılamıştır. Kendisine yapılanların, hizmetlerinin etkisi ve başarısı sebebiyle olduğunu çok iyi bilen Bediüzzaman, başına gelenleri metanetle karşılayan ve Allah’a şükretmek için vesile sayan salih bir mümindir.
Bediüzzaman: “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum.” (Tarihçe-i Hayat, s. 543) sözleriyle Kuran ahlakının yayılması için gösterdiği çabanın, “imanı kurtarma davası” olduğunu ifade etmiştir. Bediüzzaman Said Nursi pek çok açıklamasında da belirttiği gibi, ele aldığı konularda önceliği daima halkın acil ihtiyacı olan konulara vermiştir. 80’li yaşlara geldiğinde bile büyük azim ve fedakarlıkla Kuran ahlakının yayılmasına hizmet eden, insanları coşku ile güzel ahlaka çağıran Bediüzzaman, geçtiğimiz asrın en büyük İslam alimlerinden birisidir.
Bediüzzaman tebliğ faaliyetlerini yürütürken, geçmişte peygamberlerin karşılaştığına benzer olaylarla karşılaşmış, çeşitli iftiralara maruz kalmıştır. Kendisine türlü eziyetler edilmesine rağmen, Resulullah (sav)’ın yolunu takip ederek, onları gerektiği yerde affetmiş, gerektiği yerde de Müslümanın onuruna yakışan vakarlı tavrı göstermiştir. İçindeki güçlü Allah sevgisi, Kuran ahlakına bağlılığı, bitmek bilmeyen şevk ve heyecanı, eserlerindeki her cümlede kendini açıkça göstermektedir.
Binlerce takipçisi, seveni ve talebesi olmasına rağmen o bununla övünmemiş, her zaman mütevazı bir hayatı tercih etmiştir. Yaşamı boyunca sahip olduğu bu tevazulu ruh halini, şu sözlerinden de anlamak mümkündür:
“Lezzetli üzüm salkımlarının özellikleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim.” (Tarihçe-i Hayat, s. 175)
Ayrıca “Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez. Öyle ise, nefsimden başlarım.” (Sözler, s. 243) ifadesi de onun bu güzel ahlakının başka bir delilidir.
Eserlerinde, insanların Allah’a olan imanlarını güçlendirecek samimi anlatımlara yer vermiş, hikmetli üslubu ile kendisinden sonra gelen insanların da Kuran ahlakına sahip olup, imanda derinleşmelerine vesile olmuştur. İnsanları Rabbimiz’in örneksiz yaratma sanatını incelemeye ve düşünmeye davet etmiştir:
“Her varlık kendi hal diliyle bizlere Rabbimiz’i tanıtır, onu dinleyelim.” (Asa-yı Musa, s. 23)
Kuran ahlakını tebliğ ederken kullandığı samimi ve kararlı anlatım, çevresindeki insanların Allah’a ve ahiret gününe olan imanını pekiştirmiştir. Ayrıca yakın talebelerini kendisinden sonra da bu eserlerin yayılması için yetiştirmiştir. Nitekim yakınları da onun bıraktığı bu değerli eserlerin yayılması için çaba harcamış ve milyonlarca insanın Kuran ahlakını tanımasına vesile olmuşlardır.
Bediüzzaman’ın Müslümanlara örnek olan başka bir özelliği de hiçbir zaman ümitsizliğe rıza göstermemesi, müminleri daima müjdeleyici ve şükredici olmaya çağırmasıdır. Örneğin, bazı öğrenciler ona gelip, ümitsizlik içerisinde “bize okulda hocalarımız Allah’tan bahsetmiyorlar” dediklerinde onları, salih bir Müslüman üslubu ile iman hakikatlerini görmeye çağırmış ve “Sizin okuduğunuz fenlerden her fen (her bir bilim dalı), kendi lisan-ı mahsusuyla (kendine has dili ile), mütemadiyen (sürekli) Allah’tan bahsedip, Halık’ı tanıttırıyorlar.” (Sözler, s. 142) diyerek müjdeleyici üslubu ile yol göstermiştir.
Lider kişiliğiyle Kuran ahlakını yaşamaları için çok farklı kesimlerden pek çok insanı biraraya getiren Bediüzzaman Said Nursi, “Siz farzları yapsanız, yaptığınız sair (diğer) işler de ibadet hükmüne geçer” (Tarihçe-i Hayat, s. 405)
sözü ile Kuran ahlakını yaşamadaki kolaylığa dikkat çekmiş ve bu tavrı ile İslamiyeti yeni tanıyan insanları da güzel ahlaka teşvik etmiştir. Bediüzzaman, Kuran’daki hüküm ve tavsiyeleri kendi döneminde yaşayan insanların anlayış ve ihtiyaçlarına uygun olarak izah etmiştir. Örneğin kardeşlik, tevekkül ve ihlas gibi önemli kavramları en anlaşılır şekilde açıklamış, detaylı gibi görünen konuları bile günlük hayattan örneklerle yediden yetmişe herkesin anlayabileceği şekilde anlatmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur’daki binlerce örnekle ve ikna edici delillerle, devrinin inkarcılarının öne sürdükleri bütün sözde delilleri temelinden çürütmüştür. Risale-i Nurların insanları din ahlakına yaklaştıracağını, geleceğin ise İslam ahlakı adına çok parlak olacağını bildirmiş, kendisinden sonra geleceğini belirttiği Hz. Mehdi’nin çıkışını müjdelemiş ve kendisinden sonra gelecek olan o şahıs için; kendisinin ortam hazırladığını (Mektubat, s. 371), Hz. Mehdi’nin maddiyyun ve tabiiyyun hastalıklarını (Materyalizmi ve Darwinizmi) yok edeceğini (Emirdağ Lahikası, s. 259), İslam ittifakını kuracağını (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.9), Hz İsa ile buluşacağını (Şualar, s. 493) ve İslam ahlakının yeryüzüne hakim olacağını müjdelemiştir.
Bediüzzaman bunu talebelerine şu ünlü sözleri ile açıklamıştır:
“Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabatı içerisinde en yüksek ve gür seda İslam’ın sedası olacaktır.” (Tarihçe-i Hayat, s.120)
Belirtilmelidir ki, Bediüzzaman’ın da haber verdiği o istikbal Allah’ın izniyle çok yaklaşmıştır. Bugün hem İslam dünyanın “en gür sedası” olma yolundadır; hem de onun en büyük vazife olarak gösterdiği “ittihad-ı İslam”, yani İslam Birliği, yaklaşmaktadır.
Yüce Rabbimiz, Kuran’ın “… Allah, kafirlere mü’minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez.” (Nisa Suresi, 141) ayeti ile müminlerin yaşadıkları zorlukların ardından daima güzellik, hayır ve bereket geleceğini bildirerek İslam’ın bu üstünlüğünü müjdelemiştir.
Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 14. sayı (Ağustos 2005) 40. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmiarastirma.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Ara%C5%9Ft%C4%B1rma&Number=14