4 Haziran 2012 Pazartesi

Değerli İslam Alimi: Sultan Baba

Değerli İslam Alimi: Sultan Baba

Değerli İslam Alimi: Sultan Baba
Değerli İslam Alimi: Sultan BabaMerhameti, yardımseverliği, adaleti dolayısıyla çok sevildiği için çevresindekiler tarafından “Baba” ismiyle anılan, İslam ahlakına uygun yaşamı ve Kuran’a bağlılığı nedeniyle taşıdığı manevi kudretinden ötürü ise “Sultan Baba” lakabını alan H. İhsan Tamgüney Hoca Efendi, 1904 yılında Artvin’in Arhavi ilçesinde dünyaya gelmiştir. 2 yaşında babasını, 6 yaşında ise annesini kaybetmiştir. 1954 yılında İstanbul’da yerleşen Sultan Baba, Dağıstanlı Şeyh Şerafeddin-i Veli (R.A.) Hazretleri’nin nazarında yetişmiş, Şeyh’in vefatının ardından ise halkı irşad ederek mürşitlik vazifesi ile yüzlerce talebe yetiştirmeye başlamıştır.
Bakkal Dükkanında Manevi Okul
Hoca Efendi, Zeytinburnu’nda ikamet etmeye başladıktan sonra, burada kendisine bir bakkal dükkanı açmıştır. Herkesin derdini dinleyen, sıkıntısı olan kimselerin dertlerinin çözümüne vesile olmak için gayret eden Hoca Efendi’nin bakkalı bir süre sonra manevi dersler okutulan bir akademiye dönüşmüş, evi ise her gün gelen onlarca misafire yemekler pişirilen, iftar sofraları kurulan bir dergah haline gelmiştir. Hoca Efendi bir süre sonra ise binanın üst ve alt katlarında Kuran Kursu vererek hafız yetiştirmeye başlamıştır.
Sultan Baba’nın talebelerinden o günlere dair bir anı: “Adnan Oktar bizdendir evladım!”
“Biz Adnan Oktar’ı bilmiyoruz ama Sultan Babamın bakkal dükkanına geldiğimizde, bize ilk verdiği kitap Harun Yahya kitabıydı. Biz tabii tarikat, fıkıh kitapları okuyoruz, tasavvuf kitapları okuyoruz. “Siz bunları bırakın bunu okuyacaksınız” dedi… Onu okuduktan sonra bizim hakikaten bakışımız değişti. Nasıl o; “hayatınızı değiştirecek” ifadesi var ya, aynen öyle. Şahsımda bunu yaşadım. Kitabı okuduktan sonra İslam’a ve topluma bakışım değişti… Bu nasıl olacak? Bu medyada tanıtılan kişi ile bu kitabı yazan o aslan mücahit nasıl çakışacak bunu en iyi Sultanıma sorarak öğrenebilirdim, çünkü Sultanım verdi kitabı. Dedim ki; “Sultanım Harun Yahya, Adnan Oktar’mış öyle diyorlar, Adnan Hoca nasıl birisidir?” diye sordum kendisine, 1987 yılıydı, şöyle döndü ve tek kelime dedi: “Bizdendir evladım!”
Sultan Baba’dan Türk-İslam Birliğine Destek:
Sultan Baba hayatı boyunca İslam Birliği’ni savunmuş, bu birliğin kurulması için elinden gelen çabayı harcamıştır. Müslü-manlar arasında nifak çıkaranları kınayan, ihanet edenlerin çok büyük bir azaba düşeceklerini dile getiren Sultan Baba Allah’a niyazda bulunurken dahi hiçbir zaman kendi nefsi için dua etmemiş, dualarında, ümmet-i Muhammed’in esaretten, sıkıntılardan ve baskılardan kurtuluşu için yalvarmıştır. Tüm yaşamı süresince Hz. Muhammed (s.a.v.) ümmetinin tevhid sancağı altında toplanmasını, Allah yoluna dönmesi, ümmet-i Muhammed’in başına adil, imanlı, Hakk’a riayet eden amirlerin, hükümetlerin gelmesi için dua etmiştir.
İhsan Hoca Efendi’nin ağzından; Tarikatların Uyması Gereken Kurallar:
“İslâm’da milliyetçilik olsaydı, Kuran-ı Kerim Arapça indiğine göre Arapları methetmesi gerekirdi. Oysa ‘Cahil Arapların yeryüzünde fesat çıkardıklarını söylüyor Cenab-ı Allah.
İkincisi renk ayrımı yapmayın, siyah, beyaz, sarı diye.
Üçüncüsü mezhep ayrımı yapmayın, Şafi, Hanefi, Maliki. Mezhepler amelidir, herkes kendi amelinden sorumludur. Bunu bir dava haline getirmeyin.
Dördüncüsü, Nakşiymiş, Kadiriymiş… Benim şeyhim, senin şeyhin, gibi ayırımlar ümmeti parçalayan unsurlardır.
Çizgisi Hakk’a dayanan ve Hak nizamın devlet nizamı olmasını arzulayan her tarikat sağlayanın temel şartı bu dört unsura riayet etmektir.”
İman Yolunda Mücadele Etmek Güzel Sözle Allah’a Çağırmaktır
Sultan Baba’nın derslerinde en çok dikkat çeken konulardan biri ise iman mücadelesi Allah yolunda çaba harcamaktır. Hoca Efendi, Allah’ın sadece takva ve ibadet yönünü rehber edinmeyip, aynı zamanda Kuran ahlakının bütünüyle uygulanmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Daima yapıcı ve toparlayıcı olmayı tavsiye etmiş, en güzel ve en tatlı bir üslupla konuşulmasını istemiştir. Kendisi, basın yayın organlarının ümmeti parçalamak için zaman zaman birer menfi propaganda aracı olarak kullanıldığını onun için önce bu organların sahiplenilmesi gerektiğini söylemiştir.
Sultan Baba’nın Oğlu Ahmet Tamgüney’in ağzından; Allah Yolunda Mücadele Edenler Koruma Altındadır
“Sultan Baba Allah yolunda mücadele edenlerin koruma altında olduklarını, hiçbir zaman kimsenin onların gayretlerini, azmini kesemeyeceğini söylemiştir. Ve hakikaten de öyle, mesela bakın, o kadar hakaret gördüğü halde, işkenceler gördüğü halde, kendisine akla hayale gelmeyecek iftiralar atıldığı halde Adnan Oktar davasından bir milim bile şaşmadı, Allah yolundan ayrılmadı, ilmi mücadelesine devam etti ve hala da devam ediyor. Biz de kendisine dua ediyoruz.”
Hz. Mehdi (a.s.)’ın Alametleri Zahiridir
Sultan Babamız 1985, 1990 yılları arasında bir konuşmasında Hz. Mehdi (a.s.)’ın şu anda vazifesine devam ettiğini ve emanet-i Resullullah burada olduğu için iman mücadelesinin de İstanbul’dan başlayacağını bize bildirmişti. Hatta dedi ki, burada makamı vardı kendisinin, “Hz. Mehdi (a.s.)’ın alametleri vardır. Zahiridir, onun için siz ne vazife verildiyse vazifenize devam edin, o sizi muhakkak bulacak.” dedi. Hz. Mehdi (a.s.)’ın askerleri (talebeleri) denen kimselerin, kendisini mutlaka bulacağını söylerdi. Hatta elini vururdu koltuğa, “Bu koltuğa gelecek, buraya gelecek, ondan sonra ilmi mücadelesine devam edecek” derdi.
Merhameti, yardımseverliği, adaleti ve Kuran’ın emrettiği vasıfları üzerinde taşıma gayretiyle hayatını Allah’a adayan Sultan Baba, İslam`a olan bağlılığıyla örnek olmuştur. Bu mübarek insan 24 Kasım 1991 yılında vefat etmiş, binlerce seveni tarafından tekbirler eşliğinde önce Zeytinburnu’ndan Yalova’nın Güneyköy’üne götürülmüştür. Sultan Baba’nın naşı, Güneyköy Camii’nden sevenleri tarafından omuzlarda taşınarak şeyhi Şerafeddin Bingöl’ün türbesine yakın bir yerde toprağa verilmiştir.
————–
1. http://www.ilahi-tr.org/islam-buyukleri/31330-ihsan-tamguney-hocaefendi-sultan-baba.html
2. http://www.milligazete.com.tr/haber/okul-gibi-dukkan-144248.htm
Sayın Adnan Oktar`ın 31 Ekim 2010 tarihli Samsun Aks Tv ve Tv Kayseri röportajından:
ADNAN OKTAR:Şimdi yukarıda Sultan Baba’nın talebelerinden gelmişlerdi de, onlarla konuştuk. Çok acayip sevimliler, maşaAllah. Sultan Baba Hocamız “O bizdendir” demiş o zamanlar benim için. Oradan dolayı müthiş sevgileri var. Hz. Mehdi (a.s.)’ın geleceğini müjdelemiş, “Hz. Mehdi (a.s.) gelip benim bu koltuğuma oturacak” demiş. Koltuğunu muhafaza ediyorlarmış kardeşlerimiz.
“İnşaAllah, bir gün ziyaretinize geliriz” dedik, konuştuk. Bayağı şevkliler maşaAllah. Çok vefalılar, tertemiz, Anadolu insanları…
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 82. sayı (Nisan 2011) 62. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=82

Değerli Mürşid-i Kamil Mahmud Sami Ramazanoğlu (Sami Efendi) (1892-1984)

Değerli Mürşid-i Kamil Mahmud Sami Ramazanoğlu (Sami Efendi) (1892-1984)

Değerli Mürşid-i Kamil Mahmud Sami Ramazanoğlu (Sami Efendi) (1892-1984)
Hoca Sami Efendi, kendini Yüce Allah’a ve Allah’ın kullarına hizmete adamış bir hak dostudur. Hayatının her anında İslam ahlakına bağlı kalarak hizmet etmiş ve büyük bir şevkle çalışmıştır.
Mahmud Sami Efendi, 1892 yılında Adana’da doğmuştur. Hukuk Fakültesini birincilikle bitiren Mahmut Sami Ramazanoğlu, çevresinde hakkaniyetli ve adilane yapısı ile tanınmıştır. Madde aleminden mana alemine duyduğu yakın ilgi onu tasavvufa yöneltmiş ve ilk olarak Gümüşhaneli Dergahı’nda daha sonra da Kelami Dergahı’nda bulunmuşlardır. Buradaki hocası, dergahın şeyhi Erbilli Esad Efendidir. Onun vesilesi ile maneviyat aleminde kısa zamanda büyük aşamalar kat etmiştir. Daha sonra Adana’da tebliğ görevine başlamıştır. Hayatı aralıksız hizmetle geçen, pek çok değerli talebe yetiştirmiş ve çok sayıda insanın Kuran ahlakını tanımasına vesile olmuş olan Mahmut Sami Efendi, 12 Şubat 1984 günü vefat ederek Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.
Allah ve Resulüne Olan Sevgisi, Kuran’a Duyduğu Hürmeti
Mahmut Sami Efendi’nin ayet ve hadisleri kaynak alarak yaptığı sohbetleri, Peygamberimiz (sav)in, diğer peygamberlerin, sahabenin ve onların yolunda olan İslam büyüklerinin hayatlarıyla süslenmiştir. Bütün bunları doyumsuz bir manevi zevkle anlatırken, her haliyle de Peygamberimiz (sav)in ahlakının örneklerini sergilemiştir.
Sohbetlerinde sık sık edep konusunun üzerinde duran Sami Efendi, Kuran’a büyük bir hürmet gösterirdi. Sohbetleri daima Allah’a hamd ederek, Peygamberimiz (sav)’e salat-ü selam getirerek başlar, Kuran okunarak sona ererdi.
İnsanlara din ahlakını tebliğ ederken Peygamberimiz (sav)’i kendisine örnek alırdı. Peygamber Efendimiz (sav) gibi, kimsenin kusurunu yüzüne vurmaz, hatalarından dolayı insanlara olumsuz tavır göstermez, şahsıyla ilgili sebeplerden dolayı kızmazdı.
Hiç kimseye, açıkça şunu yap, bunu yapma gibi emirler vermez, bunları dolaylı olarak ve adaba uygun olacak şekilde anlatmaya çalışırdı. Sohbetleri çok samimi ve içten bir atmosferde geçerdi.
”Ya hayır söyle, ya sus!” hadis-i şerifini dikkate alarak, mecbur kalmazsa konuşmazdı. Sessiz kaldığı bu zamanlarda daima Allah’ı anmakla ve tefekkür etmekle meşgul olurdu.
Mahmut Sami Efendi’nin Nasihatları
Mahmut Sami Efendi, talebelerine birçok konuda nasihat vermişlerdir. Ancak, üzerinde en çok durduğu konulardan biri insanın nefsiyle mücadele etmesi gerektiği olmuştur. Bu konudaki sözlerini şöyle örneklendirmek mümkündür:
İnsanın bir sureti, bir de sıreti vardır. İnsan sıretiyle, kalbiyle insandır. Kalıbıyla değil. İnsan kalıb olarak ahsen-i takvim (en güzel biçimde) olarak yaratılmıştır. Ama bu ahsen-i takvim oluşu kalbinin ihyasına bağlıdır. Kalbin ihyası (dirilmesi) da nefsin ölümüne (terbiyesine) bağlıdır.
İnsanları sürekli Allah’a yöneltmeye çalışan Hoca Efendi, yalnızca Allah’tan yardım dilemek gerektiğini şöyle anlatmışlardır:
Binâenaleyh, bütün işlerinizde Allah-u Teâlâ’dan yardım talep edin. Zirâ düşmanların şerrini sizden defedecek O’dur. Ondan gayrı bir Mevlâ yoktur. İtâat ile murad, onlarla müşâveredir. Ve sâir husûsâtta (diğer hususlarda) emirlerine itâattır. Ayetteki hüsran, dünyâ ve ahirete şâmildir (geçerlidir). Dünyâda hüsrân; kâfirlere itâat ve tezellül (aşağılanmak) ve düşmana arz-ı ihtiyâç etmek (ihtiyaç duymak) gibi şeylerdir. Düşmana boyun eğmek, envâ-ı zilleti câmi (bütün aşağılanma)dir. Ahirette hüsran; cehheneme girmek ve cennetten mahrûm olmaktır.
Hoca Efendi insanları şu sözleriyle Allah’a şükretmeye çağırmıştır:
Bir insan bir kula hizmet ediyor, mukabilinde ücretini, mükâfatını alıyor. Şu halde mahlûkattan mükâfat alınırsa Cenâb-ı Hakk için çalışan acaba mükafatsız mı kalır? Bir kimse bir kuldan müteaddid (çok) defalar ihsân görürse ona dâima minnettâr kalır. Ve hatırından çıkarmaz. Şu halde Cenâb-ı Hakk’ın binlerce ni’metini gördük, şükretmek lâzımdır. Tefekkür edilmezse küfrân-ı ni’met (nimet inkar) edilmiş olur.
Mahmud Sami Hoca Efendi bir sözlerinde dünyanın geçiciliğine ve ahiretin varlığına dikkat çekerlerken boş zaman geçirmemeleri için inananları şöyle uyarmışlardır:
“O halde, akıllı kimseye yakışan odur ki: İyi insanlarla sohbeti tercih etsin, gece ve gündüz âhirete hazırlansın, mal ve makama aldanmasın ve uzun uzun emellerle Allah’tan uzaklaşmasın. Zirâ dünyâ fânidir (geçicidir) ve dünya üzerindeki herkes de fânidir. Öyle ise her an ve her zaman Allah’tan korkunuz”.
Eserleri :
  1. Hazreti İbrahim (AS)
  2. Hazreti Yusuf (AS)
  3. Yunus ve Hud Sureleri Tefsiri
  4. Bedir Gazvesi ve Enfal S.
  5. Uhud Gazvesi
  6. Tebük Gazvesi
  7. Hazreti Ebu Bekir (RA)
  8. Hazreti Ömer (RA)
  9. Hazreti Osman (RA)
  10. Hazreti Ali (RA)
  11. Hazreti Halid İbni Velid (RA)
  12. Ashab-ı Kiram (RA) (1-2)
  13. Musâhabe ( 1-6)
  14. Mükerrem İnsan
  15. Fatiha Suresi Tefsiri
  16. Bakara Suresi Tefsiri
  17. Dualar ve Zikirler.
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 03. sayı (Eylül 2004) 46. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=03

Hacı Muhammed Lütfi Efendi (1869-1956)

Hacı Muhammed Lütfi Efendi (1869-1956)

Hacı Muhammed Lütfi Efendi (1869-1956)
Hacı Muhammed Lütfi Efendi, Kuran ahlakıyla ahlaklanmış ve kendini İslam’ı tebliğ vazifesine adamış değerli bir İslam büyüğüdür.
Adalet, merhamet, insaf gerektirir ehl-i imane Mürüvvet et kıyas-ı nefs ile zulmetme insane. (Muhammed Lütfi Efendi)
Alvarlı Efe Hazretleri, 1869 yılında Erzurum’un Hasankale (Pasinler) ilçesinin Kındığı köyünde doğmuştur. Babası Hoca Hüseyin Efendinin eğitimiyle yetişmiş, daha sonra da Erzurum’da tanınmış birçok alimin derslerine katılmıştır. Aldığı bu derslerin neticesinde de 1891 yılında Hasankale’nin Sivaslı Camii’ne imam tayin edilmiştir. Aynı yıl babasıyla birlikte Bitlis’e giderek Muhammed Pir’i Küfrevi’ye bağlılıklarını bildirmişlerdir. Ardından Pir’i Küfrevi’nin onayıyla Hasankale’de insanları Kuran ahlakına çağıran tebliğlerine başlamıştır. Bir süre buradaki görevine devam ettikten sonra Erzurum’un Dinarkum köyüne giderek imamlık vazifesine orada devam etmiştir. 12 Şubat 1916′da Rusların Erzurum çevresini işgale başlaması üzerine babasıyla birlikte Erzurum’a gelmiş, Erzurum’un kurtuluş hareketine katılmış, daha sonra tekrar Hasankale’ye oradan da kendisini çok seven Alvar köyü halkının isteği üzerine Alvar’a yerleşmiştir. Halk arasında “Alvar imamı” ünvanıyla tanınırken, sonraları kendisine “Efe Hazretleri” ünvanıyla da hitap edilmiştir. Tebliğlerine 1939′a kadar bu köyde, bu tarihten sonra da Erzurum’da devam etmiştir.
Aynı zamanda Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler yazan Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi’nin şiirleri, ölümünden sonra oğlu Seyfeddin Mazlumoğlu tarafından derlenerek Hulâsatü’l-Hakâyık (Hakikatlerin Özü) adıyla 1974 yılında İstanbul’da yayımlanmıştır.
Alvarlı Efe Hazretlerinin yaşadığı yıllar; uzun süren savaşların getirdiği yıkımların ve zor şartların hüküm sürdüğü yıllardı. Alvarlı Efe Hazretleri böylesine zor şartlardan hiçbir zaman yılmamıştır. İslâm âleminin ve Müslümanların zor dönemlerindeki sorunları ile her zaman bizzat ilgilenmiştir.
Alvarlı Efe Hazretlerinin bütün davranış ve düşüncelerinin kaynağı yalnızca Kuran olmuştur. Allah sevgisinin ve coşkusunun getirdiği güzel ahlak ile çevresine daima örnek olan Alvarlı Efe Hazretleri, ardında değerli bir mümin topluluğu bırakan büyük bir İslam alimidir.
Alvarlı Efe Hazretleri Hakkında Anlatılanlar
Hayatını Kuran ahlakını yaşamaya ve yaşatmaya adamış bir insan olan Alvarlı Efe Hazretleri ile tanışma lütfuna ulaşanlar, sohbetlerine katılanlar ve öğrencileri, onun üstün ahlakını örnek almış ve günümüze kadar taşımışlardır. Örneğin, Alvarlı Efe Hazretlerini seven, ona saygı ve hayranlık duyan Fettullah Gülen Hoca Efendi, onu büyük bir övgüyle şöyle anlatmaktadır:
O, anlayabildiğim ölçüler içinde büyükçe yaşadı; ama katiyen debdebeye düşmedi. Hakk’a kurbiyet (yakınlık) dairesinde dönüp durdu; fakat hiç mi hiç ihtişama ve alayişe (gösterişe) yüz vermedi. Adeta bir huma kuşu gibi gölgesi vardı, kendisi yoktu. O, akıl gözünü doğru düşünce ile birleştirmeye muvaffak olmuş (başarmış) ve kalp kafa izdivacı (evliliği) gibi çok az insanın ulaşabildiği bir noktada, kutup bir insandı. O, en kötü dönemde, en ağır şartlar altında kimseye pes etmeden ve hiçbir şeye takılıp kalmadan medrese ilimleri ile maneviyatın aşk ve şevkini telifi (yayınını) başarmış çok nadide temiz soluklardan biriydi. Himmetindeki (sorumluluk sahibi olmadaki) yükseklik ve idaresindeki bu derinlik sayesinde bizlere ilkler arasındaki mesafeyi bir ölçüde muvaffak olmuş ve arkadan gelenlere zemin hazırlamıştır. O hep himmeti al-i (yüksek sorumluluk sahibi) olarak yaşadı ve himmeti de insanımızın kendi dünyasına, kendi kültürüne uyanması istikametinde (yönünde) idi. Bütün hayatı boyunca bu ikinci dirilişin rüya ve hülyalarıyla yaşadı. O ve emsalinin samimi gayretleri sayesinde bu çorak ülke ve düşkünler diyarında çok şeyler değişti. Karın, buzun eridiği her yanda gül bahçeleri meydana geldi.
Alvarlı Efe Hazretleri ile tanışan, kendisinden çok etkilenen ve daha sonra öğrencileri arasına katılan Abdurrahman Efendi ise, hayranlığını şöyle anlatmaktadır:
Efendi Hazretleri’ni görür görmez sanki Sahabe-i Kiram bakiyesi (kutlu sahabelerin mirası), Sahabe-i Kiramdan kalma bir zat gibi gördüm. Mübarek şekli, şemali. Hali etvarı (tavırları), kemali (olgunluğu) ve ilmi, irfanı (görgüsü) beni tesir altına aldı. Hemen kendisiyle irtibat (bağlantı) kurdum. Ve kendisine intisap (bağlandım) ettim. 6 ay yedek subaylığımı tamamladıktan sonra Konya’ya gittim ve duramadım. Erzurum’a geri döndüm. Aralıksız 10 yıl orada kaldım. Zaten onun yüzüne bakanın gözleri kamaşır, sakalı göğsünde, yüzünün nurundan müteessir (etki altında kalırdı) olurdu. Devamlı bir daha bakamazdı. Öyle kamil (mükemmel) bir insandı.
Said Mazlumoğlu ise Alvarlı Efe Hazretlerini, şöyle ifade etmektedir:
Alimdi, kamil ve mükemmel bir insandı.
Hoca Efendinin öğrencilerinden biri olan Osman Demirci de Alvarlı Efe Hazretlerinin Kuran ve sünnete bağlılığını şöyle ifade etmiştir:
O zatı gördüğümde kalbim tatmin olmuştu. Demek ki her asırda Cenab-ı Hakkın Kur’an-ı Kerimin bütün emirlerine bağlı, Peygamberimiz (sav) verasetini deruhte eden şahsiyetler (Peygamberimiz (sav)in sonrakilere bıraktığı görevleri yerine getiren kişiler) bulunuyor. Onlar bir nevi sütun ve direk mesabesindedir (gibidir). Onun, o vazifeyle tavzif edildiğini müşahade ettim (o görevle görevlendirildiğine şahit olmuş oldum). Sohbetlerine devam ettim. Ona bağlandım.
Alvarlı Efe Hazretlerinin sohbetleri her zaman herkese açık olmuştur. Bu sebeple de İslam’ı öğrenmek isteyen herkes sohbetlerine katılmış ve sözlerinin güzelliği ve hikmeti herkesi etkilemiştir.
Derslerinde her zaman hadis-i şeriflerden bahsederek, Peygamber (sav) ve sahabe sevgisini konu edinen Alvarlı Efe Hazretleri, Peygamberimiz (sav)in sünnetine sahip çıkan bir İslam alimi olarak, her zaman Kuranın ışığında yaşamış örnek bir kişidir. Alvarlı Efe Hazretleri, 12 Mart 1956 yılında vefat etmiştir.
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 04. sayı (Ekim 2004) 46. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=04

Hacı Bayram Veli

Hacı Bayram Veli

Hacı Bayram Veli
“Ölümü çok hatırlayınız. Ölüm gelmeden hesâbınızı yapınız. Tövbe ediniz ki, affa kavuşasınız.”
Hacı Bayram Veli
1352 yılında Ankara’da doğan Hacı Bayram Veli’nin gerçek ismi Nûmân bin Ahmed bin Mahmûd’dur. İlim tahsiline küçük yaşlarında başlayan bu değerli mutasavvıf, Ankara’da ve Bursa’da bulunan İslam alimlerinin derslerine katılmıştır. Tefsir, fıkıh ve hadis gibi din ilimlerinde ve o zamanın fen ilimlerinde yetişen Hacı Bayram Veli, Ankara’da Melike Hatun’un yaptırdığı Kara Medrese’de müderrislik yapmıştır. Bu vazifesi ve sahip olduğu ilim vesilesiyle kendisi gibi pek çok alim yetiştirmiş, kıymetli talebeleri olmuş ve güzel ahlakı ile kısa zamanda kendisine halk tarafından sevgi ve saygı duyulmuştur. Tasavvuf eğitiminin yanı sıra müderrislik (günümüzün profesörlüğü) de yapmış olması, Kuran ahlakını yaymasını kolaylaştırmıştır.
Hacı Bayram Veli’nin Kayseri’ye Gidişi
O dönemde Kayseri’de bulunan ünlü Şeyh Hamidüddin (Somuncu Baba), Hacı Bayram Veli’nin ününü duyarak onu Kayseri’ye davet etmiştir. Bu çağrı üzerine Kayseri’ye giden Hacı Bayram Veli bir süre Şeyh Hamidüddin’in yanında ilim öğrenmiş ve bu olay Kurban Bayramında gerçekleştiği için, kendisine “Bayram” ismi Şeyh Hamidüddin tarafından bu vesileyle verilmiştir. ( www.discoverturkey.com)
Bir süre sonra Şeyh Hamidüddin’e refakat ederek hacca giden Hacı Bayram Veli, kendisinden gerekli tasavvufi bilgiler yönünde de feyz almıştır. Hac vazifelerini yaptıktan sonra Aksaray’a giden Hacı Bayram Veli, bir süre sonra da Ankara’ya dönerek tebliğ faaliyetlerine başlamış ve aynı zamanda çiftçilikle meşgul olmuştur. Çevresindeki insanlara Kuran ahlakını tebliğ etmesinin yanısıra ticareti de öğretmiş; manevi yöndeki gelişmeye öncülük ettiği gibi iktisadi kalkınmaya da önemli katkı sağlamıştır.
Kalplerde Etki Uyandıran Tebliği
Kuran ahlakından kaynaklanan üstün şahsiyeti sonucu Anadolu Müslümanları üzerinde çok büyük etki bırakmış olan Hacı Bayram Veli, tüm hayatı boyunca İslamiyet’i yaymak için gönülden bir çaba harcamıştır. Talebelerine ve kendisinin sohbetinden istifade etmek isteyen herkese, Yüce Rabbimiz’in emirlerini bildirmiş, iyiyi ve doğruyu öğütlemiş ve onları kötülüklerden sakındırmak için var gücüyle çaba harcamıştır. Hiçbir koşul ve ortamda Kuran ahlakını yaşamaktan ve anlatmaktan taviz vermemiş ve hizmetlerine aralıksız devam etmiştir.
Yaptığı tebliğ faaliyetlerinin halkın üzerinde bu denli etkili olmasının en önemli nedenlerinden biri, İslam ahlakıyla ilgili her tavsiyesini kendisinin de bizzat yerine getirmesidir.
1429 yılında Ankara’da vefat eden Hacı Bayram Veli, ömrü boyunca ilim öğrenmek, öğrendiği ilmi öğretmek ve İslam ahlakının yayılmasına vesile olmak için tüm Müslümanlara örnek bir gayret sarf etmiştir.
Hacı Bayram Veli’ye Göre:
“Asıl zenginlik mal, mülk ve servet biriktirmek değildir. Gerçek zenginlik manevî sahada gelişmektir. Bu demek değildir ki maddî zenginlik kötüdür. Servetimiz helâl yoldan kazanılmışsa bunda beis (kötülük) yoktur. … Zengin Müslüman elindekilerle hayır hasenatta (yararlı işlerde) bulunur; düşkünlerin elinden tutar. Malımız olabilir fakat gönlümüzde mal, mülk sevgisi ve tamahkârlık barınmamalıdır.”
Hacı Bayram Veli’nin Tavsiyeleri
  • “Allah’a isyân yolunda, hiçbir kimseye yardım etmeyiniz.”
  • “Ölümü çok hatırlayınız. Ölüm gelmeden hesâbınızı yapınız. Tövbe ediniz ki, affa kavuşasınız.”
  • “Hiddet ve kin, hakîkatleri gören gözleri kör eder. Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır.”
  • “Hiçbir günâhı küçümsemeyin, çok çalışın. Boş gezenler, zengin bile olsa, arkadaşları şeytan,kalbleri şeytanın konağı olur.”
  • “Dünyâ gamından, nefsin sıkıştırmasından hafifleyip kurtulmak istiyorsanız, kabristanları sık sık ziyâret ediniz.”
  • “Helâlinden kazanıp, ondan fakirlere cömertçe veriniz.”
  • “Hiddet ve kin, hakikatleri gören gözleri kör eder. Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır.”
Akşemseddin’in Hocası
  • Hacı Bayram Veli’nin Anadolu’nun her tarafına yayılan derin ilmi, kuvvetli imanı ve Allah’ın nasip ettiği üstün tebliğ kabiliyeti, Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin tarafından da duyulmuştur. Akşemseddin bu bilgiler doğrultusunda Osmancık’tan ayrılarak Ankara’ya gelmiş ve Hacı Bayram Veli’nin talebesi olmuştur.
  • Akşemseddin, talebesi olduğu andan itibaren hocasının yanından hiç ayrılmayarak, Hacı Bayram Veli’nin teveccühleri altında kısa zamanda bütün talebe arkadaşlarına örnek olarak Hacı Bayram Veli’nin hilafetine nail olmuştur.
Malakat Adlı Eserinden…
“Mü’minin gönlü Kabe’ye benzer. Kabe’ye varan ayağı ile yürür ama gönül isteyen, yüzü üzre varsa gerek. Onun içindir ki aşıklar yüzlerini yerlere sürerler. Kabe’ye gidene kılavuz gerekir ve kılavuz Kur’an’dır. Gönüle gidene ise bizzat Allah kılavuzluk eder. Kabe’de ihram giyerler. Hakkı batından ayırmak, ihram giymeye benzer.” (Makalat, 74-75)

Hoca Ahmed Yesevi

Hoca Ahmed Yesevi

Hoca Ahmed Yesevi
Ahmet Yesevi, 12. yüzyılda yaşadığı bilinen, ilk Türk-İslam mutasavvıfıdır. Türk-İslam tarihinde, ‘Türklerin Piri’ anlamına gelen “Pir-i Türkistan” ve “Hazret-i Türkistan” isimleriyle anılmıştır.
Bugünkü Kazakistan Cumhuriyeti’nin güneyindeki Çimkent şehri yakınlarında bulunan Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Babası bu kasabaya yerleşmiş ünlü bir alim olan İbrahim Şeyh, annesi Ayşe ana olarak bilinmektedir. Karahanlılar döneminde yaşamıştır. Türk dünyasının ilim ve edebiyatçılarının Arapça ve Farsça yazdığı bir dönemde ilk kez Türkçeyi kullanarak dini-tasavvufi şiirler söylemiştir. Onun “Hikmet” adı verilen bu şiirleri, yüzlerce yıldan bu yana aktarılarak günümüze ulaşmasıyla birlikte, bugün bütün Türk-İslam dünyasına yayılmış durumdadır. Kuran ahlakını bu denli başarılı bir şekilde yaygınlaştırabilmesinin temelinde ise eserlerindeki anlatımın son derece samimi ve etkili olması yatmaktadır. Ayrıca yetiştirdiği öğrencilerini İslam ahlakını anlatmakla görevlendirerek Türk dünyasına göndermesi de bunda önemli bir paya sahiptir.
Ahmed Yesevi, İslam ahlakının öğelerine eserlerinde derinlemesine yer vermiştir. Allah’a aşkla, gönülden bağlanmanın üzerinde sıkça durmuş; bununla birlikte ihlasın, bir Müslümanın en önemli özelliği olduğunu söylemiştir. Yalnızca Allah için yaşamanın önemini en güzel kelimelerle ifade etmiştir.
İnsan sevgisine ve hoşgörüye büyük önem vermiş; insanların din, dil, ırk, cinsiyet gibi farklılıklardan dolayı kötü tavır ve muamelelere maruz kalmamasını savunmuştur. Bu farklılıklardan kaynaklanan her türlü ayrımcılığın, çatışmanın yersiz olduğunu söylemiştir.
Bilimin, insanların Allah’ı tanımalarını ve O’nun eşsiz yaratışına şahit olmalarını sağlayan en iyi yollardan biri olduğunu, Allah’a yakınlaştıran çok önemli bir vesile olduğunu çoğu zaman dile getirmiştir.
Ahmed Yesevi’nin “Hikmet”lerinden…
“Daima iyilik kıl sen, gidersin sen bu dûnyadan”
“Büyük velilerin makamına ulaşmak, Cehennem’den kurtulup Cennet’e kavuşmak isteyen kişi, ilim tahsil etmelidir.”
“Akıllı ve uyanık bir kimse isen, dünyaya gönül bağlama. Şeytan seni kandırıp dünyaya meylettirirse, seni emri altına almış demektir. Bundan sonra felaketten felakete sürüklenirsin de hiç haberin olmaz.”
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 20. sayı (Şubat 2006) 37. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=20

Muhyiddin Arabi

Muhyiddin Arabi

Muhyiddin Arabi
Derin bir imana ve yüksek maneviyata sahip olan Muhyiddin Arabi, Allah’ın kendisine büyük kabiliyetler bahşettiği büyük bir İslam alimidir. Hayatı hakkında kaleme alınan eserlerden ve kendisinin Müslümanlar tarafından faydalanılan günümüze dek ulaşan pek çok eserinden, onun İslam dünyası için ifade ettiği yüksek değer anlaşılabilir. Ünlü hadis alimi İbn Hacerel-Askalani, İbn Arabi hakkında “Kur’an ve Sünnet hakkında yüksek bir bilgiye sahipti. Ayrıca diğer disiplinlere de katıldı. Birçok âlimden hadis öğrendi.” (Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalanı Lisanu’l-Mizan, 5/315, Haydarabad, 1331/1912; Ebu’l-Felah İbnu’1-İmad Şezeratu’z-Zeheb Şahbari men Zeheb, 5/190; (1-8 ciltler) Beyrut 1979.) diyerek onun sahip olduğu ilme dikkat çekmiştir.
Muhyiddin Arabi’nin eserlerini okuyan bir kişi, bu mübarek zatın ilminin derinliğini, üslubundaki hikmeti, samimiyetini ve ufkunun genişliğini kolaylıkla fark edebilir. İslam tarihinin en büyük alimlerinden biri olan Muhyiddin Arabi, daima dünya sevgisinden ve maddi gösterişten uzak durmuş ve her zaman Allah’ın rızasını üstün tutan, mütevazı bir yaşamı tercih etmiştir.
İslam edebiyatında “kamil” veya “mükemmel insan” tabiri Hicri 7. yüzyıla kadar hiç kimse için kullanılmamış olup, bu sıfat ilk kez Muhyiddin Arabi için kullanılmıştır.
Muhyiddin Arabi’nin Ahir Zamana Bakışı
Muhyiddin Arabi eserlerinde, ahir zaman ve Hz. Mehdi ile ilgili olarak, Peygamberimiz (sav)’in hadisleri ışığında tüm Müslümanlara yönelik müjdeler vermiştir:
“Bilin ki, Hz. Mehdi mutlaka çıkacaktır. Ancak yeryüzü zulüm ve işkence ile dolmadıkça; çıkmayacaktır. İşte o da böyle bir zamanda çıkacak, dünyayı doğruluk ve adalet ile dolduracaktır. Hatta dünyada tek bir gün kalsa, Allah o günü uzatacak, ta ki o halife gelsin. Bu, mutlaka Allah’ın Resulü’nün soyundan olacak, Hz. Fatıma evladından gelecektir.
Malı eşit surette dağıtacak, vatandaşları arasında adalet ile muamelede bulunacaktır. Adam kendisine gelip “Ey Mehdi” bana ver, diyecek. Önünde de mal bulunacak. Hz. Mehdi hemen önündeki maldan onun eteğine dolduracak, taşıyabildiği kadarını alıp götürecektir.
Hz. Mehdi, dinin fetret (karışıklık, bozulma) geçirdiği bir dönemde ortaya çıkacak… Adam cahil, korkak ve pinti olarak akşamlayacak; fakat alim, cesur ve cömert olarak sabahlayacaktır. Huzur ve mutluluk onunla yürüyecek. Kendisi beş, ya yedi veya dokuz yıl yaşayacaktır. Resulullah (sav)’ın izinden yürüyecektir. Onun adına hiçbir melik hata etmez. Görmediği şekilde onu doğrultur. Her görevi üzerine alır ve zayıfa, düşküne yardım eder. Musibete uğrayanlara yardımcı olur. Dediğini yapar, yaptığını da söyler, şahid olacağı şeyi de bilir.
Dini ayakta dimdik durduracak, eski hüviyetine kavuşturacaktır. İslam’a yeniden ruh üfleyecek, zelil hale geldikten sonra onunla İslam’ı eski güçlü haline sokacaktır. Din, böylece onun vasıtasıyla eski hüviyetini kazanacaktır.
Onun döneminde din tamamen rey’den arınmış olarak eski hüviyetini kazanacaktır. Bil ki, Mehdi çıktığı zaman bütün Müslüman havassı (alimleri) ve avamı (halkı) sevineceklerdir. Mehdi’nin İlahi olan yani manen desteklenen adamları olacaktır. Onun davetini ayakta tutacaklar ve ona yardım edip kendisini zafere kavuşturacaklardır. Ülkeye ait bütün ağır yükleri bunlar yüklenecekler. Allah’ın Mehdi’ye verdiği görevden ötürü ona destek olacaklardır. Daha sonra Hz. İsa Dımaşk’ın doğusundaki Beyaz minareye inecektir. İmam yerinden geriye çekilecek, Hz. İsa öne geçecek ve insanlara namazı kıldıracaktır. İnsanlar arasında Resulullah (sav)’ın sünnetiyle emredecek, haçı kıracak (haça tapınmayı kaldıracak), domuzu öldürecek (domuz eti yemenin haram olduğunu bildirecek)tir. Allah Mehdi’nin ruhunu tertemiz olarak kabzedecektir.
Mehdi, vakti gelinceye dek gizlenecektir. Vaad olunan vakti gelince de ortaya çıkacaktır. Onun şehidleri, şehidlerin en hayırlısı, güvendiği kimseleri yani vezirleriyse emin olanların en güvenceli olanlarıdır.
Allah, bir grup kimseyi ona vezir tayin etmiştir. Allah bu kimseleri gizlemiştir. Ben keşif (ilham) ve şühud (şahitlik) yoluyla bu hakikatlara muttali oldum. Ayrıca, Allah’ın kulları için öngördüğü şeylere de vakıf oldum. Bunlar öncü olan bazı ashab gibi önde hareket edeceklerdir. Tıpkı önde gelen sahabenin Allah’a verdikleri sözü yerine getirdikleri gibi, bunlar da aynen o sözlerini doğrulayıcı olacaklardır.
Bu kimseler aynı zamanda Arap da olmayıp Acem yani yabancı olacaklardır. Onların cinslerinden olmayan bir koruyucuları olacaktır. Bu, Allah’a hiçbir vakit karşı da gelmiş değildir. Kendisi en saf ve samimi vezirlerinden olacaktır.
İşler ve hadiseler henüz meydana gelmeden, Mehdi, Allah tarafından buna muttalidir (haberi vardır). Zira önceden olacak olanlara hazır olması gerekiyor.
Mehdi, din bakımından rey ve kıyasa başvurmaktan masumdur. Ona böyle davranması haramdır. Zira Allah’ın dini konusunda hüküm vermede Nebi yani Peygamber olan birinin kıyas yapması doğru değildir. Şayet kıyas yapmasına izin verilseydi, Allah onu Peygamberi Hz. Muhammed (sav)’in diliyle bildirirdi. Ayrıca Hz. Peygamber (sav) imamlardan hiçbirisi için benim izimde yürüyecekler hata etmeyecekler dememiştir. Bu ifadeyi sadece Mehdi için söylemiştir. Onun masumluğunu, halifeliğini ve vereceği hükümleri konusunda masumiyetini bildirmiştir. (“Futuhat-El Mekkiye”, 366. bab, c. 3, s. 327- 328)”
“… Mehdi, dini Peygamber (sav)’in zamanında olduğu gibi aynen uygulayacak, yeryüzünde mezhepleri kaldıracak, halis hakiki dinden başka hiçbir mezhep kalmayacak.” (Muhyiddin Arabi, Fütühat-ül Mekkiye”, Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet Alametleri, sf. 186-187)
Eserleri
Muhyiddin Arabi’nin toplamı 500′ün üzerinde olmak üzere, günümüze kadar ulaşan 20 civarında eseri bulunmaktadır. En çok bilinen iki eseri ‘Fütûhat-ı Mekkiyye fi Esrâri’l-Mahkiyye ve’l Mülkiye’ ve ‘Fusûsu’l-Hikem’dir. Fütûhat-ı Mekkiyye’nin kendi el yazısı ile olan nüshası, Türk-İslam Eserleri Müzesi no. 1845-1881′dedir ve otuzbir ciltten oluşmaktadır. Fusûsu’l-Hikem adlı eserinin de Türkçeye çevrilmiş hali mevcuttur.
Günümüze ulaşan diğer eserleri ise şöyledir:
  1. Kitabu’l-İsra ilâ Makâmi’l-Esrâ,
  2. Muhadaratü’l-Ebrâr ve Müsameretü’lAhyâr,
  3. Kelamu’l-Abâdile,
  4. Tacu’r-Resail ve Minhacu’l-Vesâil,
  5. Mevaqiu’n-Nucûm ve Metali’ Ehilletü’l-Esrar ve’l-Ulûm,
  6. Ruhu’l-Quds fi Münasahati’n-Nefs,
  7. et-Tenezzülatü’l-Mevsiliyye fi Esrari’t-Taharat ve’s-Salavat,
  8. Kitabu’l-Esfar,
  9. el-İsfar an Netaici’l-Esfar,
  10. Divan,
  11. Tercemanu’l-Eşvak,
  12. Kitabu Hidayeti’l-Abdal,
  13. Kitabu Taci’t-Terâcim fi İşarati’l-İlm ve Lataifi’l-Fehm,
  14. Kitabu’ş-Şevâhid,
  15. Kitabu İşarati’l-Qur’an fi Âlaimi’l-İnsan,
  16. Kitabu’l-Ba’.
  17. Nisabü’l-Hiraq,
  18. Fazlu Şehâdeti’t-Tevhîd ve Vasfu Tevhîdi’l-Mükinîn,
  19. Cevâbü’s-Sual,
  20. Kitabu’l-Celal ve hüve Kitabu’l-Ezel.
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 17. sayı (Kasım 2005) 46. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=17

İmam Gazali (1058 – 1111)

İmam Gazali (1058 – 1111)

İmam Gazali (1058 – 1111)
İmam Gazali, 11. yüzyılın son yarısı ile 12. yüzyılın başlarında yaşamış, devrinin müceddidi kabul edilen, en önemli İslam alimlerinden biridir. Yaşadığı dönemde üstün ahlakıyla dikkat çekmiş, pek çok konuda ilim sahibi olması ve güçlü muhakeme yeteneği ile sadece İslam alemince değil, Batılılarca da tanınmıştır.
“Allah’ın verdiği nimeti, O’nun sevdiği yerde harcamak şükür; sevmediği yerde kullanmak ise küfran-ı nimettir. (nimeti inkâr etmektir)”
İmam Gazali
İmam Gazali, yaşamını Kuran ahlakında derinleşmeye ve İslam ahlakının güzelliklerini insanlara anlatmaya adamış büyük bir İslam alimidir. Bu sebeple ilmi ve dini konularda geniş bilgi sahibi olmaya çaba göstermiştir. Özellikle Eski Yunan felsefesinden kaynaklanan Kuran’a uygun olmayan inanç ve fikirleri çok etkili bir üslupla çürütmüş ve tüm bunlara karşı Kuran ahlakını daima ön plana çıkarmıştır. İlmi derinliğinden dolayı, ‘İslam’ın delili, İslam’ın hak olduğunun ispatı’ anlamına gelen “Hüccetü’l-İslam” ve “Zeynü’d-din” sıfatlarıyla anılmıştır.
Genç yaştayken dönemin Selçuklu veziri olan büyük devlet adamı Nizamülmülk’ün daveti üzerine Bağdat’a gitmiş, Nizamülmülk’ün topladığı ilim meclisindeki alimler onun ilminin derinliğine ve meseleleri izah etmekteki üstün yeteneğine hayran kalmışlardır. Öyle ki, o sıralarda Büyük Selçuklu Devleti’nde ortaya çıkan sapkın akımları savunanların, Allah’ın ona nasip ettiği parlak zekası, yüksek ilmi ve üstün hitabet yeteneği karşısında yapabilecekleri hiçbir şey kalmadığı bilinmektedir.
İmam Gazali’nin İslam ahlakını yaymak için yaptığı büyük hizmetleri fark eden Nizamülmülk, onu günümüzün ‘rektörlük’ vasfıyla Nizamiye Medresesi’ne tayin etmiştir. Bu görevi süresince İmam Gazali sayısız öğrenci yetiştirmiş ve üç yüz kadar seçkin öğrencisine gerekli olan bütün ilimleri öğretmiştir. Öğrencileri arasında Muhammed bin Esad et-Tusi, Ebu Mansur Muhammed, Ebu Abdullah Cümert el-Hüseyni, Ebu’l-Hasan el-Belensi gibi pek çok İslam alimi mevcuttur.
Bir taraftan dersler verirken, diğer taraftan da pek çok kıymetli kitap yazan İmam Gazali’nin sahip olduğu üstün ilimler, döneminin Avrupalı filozoflarını her açıdan geride bırakır nitelikteydi. Örneğin, Avrupa’da dünyanın tepsi gibi düz olduğu zannedilirken, İmam Gazali dünyanın yuvarlak olduğunu, karaciğerde kanın zehir ve mikroplardan temizlenip tazelendiğini, safra ve lenfle zararlı madde eriyiklerinin burada kandan ayrıldığını ve tüm bunlar olurken dalağın, böbreklerin ve safra kesesinin rollerini, kanın madde miktarlarındaki oranın değişmesi ile sağlığın bozulacağı gibi detaylı bilgilerini, bugünkü fizyoloji kitaplarında yer aldığı şekilde delilleriyle açıklıyordu. Bunlar gibi daha birçok ilmi konu hakkında kitaplarında bilgiler bulunuyordu.
Değerli Eserleri
İmam Gazali hayatı boyunca birçok kitap yazmıştır. Mevduât-ul-Ulum adlı kitabında, yaklaşık 1000 eseri olduğu bildirilmektedir. Eserlerinde, İslam dini ve ahlakının hemen her alanı ile ilgili bilgiler olduğu gibi, her yaş ve her seviyedeki insanın kolaylıkla anlayabileceği bir üslup hakimdir.
İmam Gazali’nin eserleriyle ilgili olarak Avrupalılar uzun süren ayrıntılı incelemeler yapmışlardır. Bunlardan P. Bouyges, Essaie de Chronologie des Oeuvres de al-Ghazâli adlı eserinde İmam-ı Gazali’nin 404 kitabının ismini vermiştir. Başka bir araştırmacı olan Brockelmann da Geschichte Der Arabischen Litteratur adlı eserinde, eserlerinden 75 tanesinin listesini vermiştir. 1959′da dört Alman ordinaryüs profesör, İmam Gazali’nin kitaplarını okuyarak, İslam dinine hayran olmuşlar ve kitaplarını Almanca’ya tercüme ederek Müslüman olmuşlardır.
Ünlü eserlerinden bazılarını şöyle sıralayabiliriz: İhyâu-Ulumiddin, Kimyâ-ı Seâdet, Cevahir-ül-Kur’ân, Kavâid-ül-Akâid, Kitab-ül-İktisâd fil İtikad, İlcâm-ül-Avâm an İlm il-Kelam, Mizân-ül-Amel, Dürret-ül-Fahire, Eyyüh-el-Veled, Kıstâs ül-Müstekim, Tehâfet-ül-Felâsife, Mekâsıd-ül-Felâsife, El-Munkızu Aniddalâl, El-Fetâvâ, Hülâsât-üt-Tasnif fit-Tesavvuf, İlcâm-ül-Avâm, Eyyüh-el-Veled, El-Munkızu Aniddalâl, Durret-ül-Fahire, Kimyâ-ı Seâdet.
İmam Gazali’den…
“Belaya şükretmek lazımdır. Çünkü küfür ve günahlardan başka bela yoktur ki, içinde senin bilmediğin bir iyilik olmasın! Allah, senin iyiliğini senden iyi bilir.”
“Bir sözü söyleyeceğin zaman düşün!” Eğer o sözü söylemediğin zaman mesul olacaksan söyle. Yoksa sus!”
“Allahu Teala’nın her yaptığımızı her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. İnsanlar birbirinin dışını görür. Allahu Teala ise, hem dışını hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin işleri ve düşünceleri edepli olur.”
“Ey nefsim, ‘sonra tevbe ederim ve iyi şeyler yaparım’, diyorsan, ölüm daha önce gelebilir, pişman olup kalırsın. Yarın tevbe etmeyi bugün tevbe etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun.”
“Atalarının dindarlığı ile kurtulacağını zannedenler; babalarının yemesiyle kendi karınlarının doyacağını, onların içmesiyle susuzluklarının gideceğini, onların okumasıyla bilgili olacağını sananlara benzerler.”
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 15. sayı (Eylül 2005) 46. sayfada yayınlanmıştır.
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Publish&Journal=%C4%B0lmi%20Mercek&Number=15